YAZARLAR

Durum acil ve hayati!

Gülmen ve Özakça hızla kilo kaybediyor, sağlık sorunları derinleşiyor. Belki de bir daha telafisi olmayacak sağlık sorunlarının baş göstermesi an meselesi.

Günlerdir aklımda 14 Nisan’da söyleşi yaptığım HDP Sözcüsü ve Urfa milletvekili Osman Baydemir’in cezaevlerindeki açlık grevine dair şu cümlesi dolanıyor: “Bir insan hakları savunucusu olarak kendim dışında hiç kimse için doğru bulmadığım açlık grevine başvurmaya mahkûm ediliyor bu insanlar.”

Nuriye Gülmen ve Semih Özakça da herhalde kendileri dışında kimseye açlık grevini önermezler. Ama onlar kendileri için bunu doğru buldular ve bizim de buna saygı duymamız lazım.

İnsanın, kendisi dışında hiç kimse için açlık grevini doğru bulmaması, önermemesi çok temel bir ahlaki perspektif. Fakat bu tutumu sadece Baydemir gibi yıllarca açlık grevlerine tanık olmuş, ara buluculuk yapmış bir insan hakları savunucusu göstermemeli. Dahası, bu perspektif, yetkililere gaspettikleri hakları iade etmeleri çağrısında bulunarak, onları buna zorlayarak açlık grevine girmiş insanları kurtarma mücadelesine girmekten kimseyi alıkoymamalı.

Grevlerinin 60'ıncı gününde, İnsan Hakları Anıtı önündeki bankta oturan Nuriye Gülmen’e Baydemir’in bu cümlesine benzer bir cümle kurdum. Gülmen’in yanıtı: “Biz ölmek isteyen insanlar değiliz. Aklımızı yitirmedik ki! Ama ‘açlık grevini bırakın’ demenizin bizim mücadelemize hiçbir katkısı yok. Son günlerde çok sık duyuyorum bu çağrıyı. Ama bu tür çağrılar sadece bizi üzmeye yarıyor. Eğer bizim için bir şey yapmak istiyorsanız, lütfen o şey bize grevi sonlandırın çağrısı olmasın. Herkes elinden ne geliyorsa onu yapsın.”

Peki elimizden ne gelebilir? Sanırım “açlık grevini bırakın” çağrısı, elimizden gelmeyen şeyi yine açlık grevini sürdürenlere yaptırmaya çalışmaktan ibaret. Onlar açlık grevini bitirirse, bizler de derin bir nefes alacağız. Ama hepsi bu!

O halde ne yapmalı?

Gülmen ve Özakça hızla kilo kaybediyor, sağlık sorunları derinleşiyor. Belki de bir daha telafisi olmayacak sağlık sorunlarının baş göstermesi an meselesi. Gülmen dün (8 Mayıs) fenalaştı, bugün (9 Mayıs), 6 aylık mücadele ve iki aylık açlık grevi sonrası ilk kez yatağa düştü. İkisi de tıbbi müdahaleyi reddedeceklerini söylüyor.

Bir de “uzaklarda”, Dersim'de düzenlenen hava operasyonunda hayatını kaybeden oğlunun cenazesini almak için 75 gündür açlık grevinde olan Kemal Gün’ü de unutmamak lazım. Gün, kritik eşiği çoktan aştı.  İstediği tek şey, oğlunun cenazesi veya kemikleri.

Yaşar Kemal, Orhan Pamuk, Mehmet Bekaroğlu gibi isimlerin ara buluculuk yaptığı, cezaevlerinde 1996’da gerçekleştirilen ölüm orucunda on iki insan hayatını kaybetmişti. İlk ölüm açlık grevinin 60'ıncı gününde gerçekleşmişti. Grevde yer alan Mehmet Gürel, daha sonra BBC’den gazeteci Rengin Aslan’a şunları söylemişti: “Arkadaşlarımızdan biri, ara bulucu heyet geldiği zaman, onlarla konuştuğumuz sırada, onların önünde öldü.’”

Bir zamanlar Yaşar Kemallerin yaptığını yapacak insanların hâlâ olduğuna inanmak istiyor insan.

Artık somut şeyler yapılması lazım. Sendikalar, sivil toplum örgütleri, insan hakları örgütleri, siyasi partiler, demokrasi talep eden tüm yapı ve inisiyatifler artık etkin bir çabaya girişmek zorunda. Mesele artık Yüksel Caddesi’ne gidip Gülmen ve Özakça’ya destek ziyareti yapmayı geçti. Zaten gidenler de artık Gülmen veya Özakça’nın her an orada olamadıklarını, sağlık sorunları yüzünden sık sık “nöbet yerini” bıraktıklarını görüyorlar.

Mesele acil, durum hayati!

Sezen Aksu, Gülmen ve Özakça’nın açlık grevini sonlandırabilecekleri bir girişim için hükümete çağrı yaptı. Aksu, “Bütün yetki sahiplerinden rica ediyorum: Lütfen bir dinleyiniz, seslerine kulak veriniz” dedi.

Sezen Aksu yahut kendi hayatı dışındaki hayatlara da önem veren etkili isimler bu çağrının arkasını getirip bir girişim başlatabilir.

Bizler, tek tek insanlar da bu sesi muhataplarına iletmek için her türlü iletişim aracını etkili kullanabiliriz. Şu an sosyal medyada, hayat-memat meselesi olmayan hiçbir konuyu konuşacak zaman değil!

KHK’larla haksız yere işinden atılan insanların talepleri son derece basit ve net: İşlerini geri istiyorlar.

Böyle bir talebi, iş başında böyle bir hükümet varken açlık greviyle ifade etmek doğru mu, yanlış mı, bu tartışmanın zamanını da aşmış durumdayız.

Sonuçta, açlık grevi dışında bir yol görmeyen iki insan, 65 güne yaklaşan bir süredir Başbakanlık, Adalet Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı’na sadece 200 metre, TBMM’ye de 500-600 metre ötede eriyip gidiyor.

Sezen Aksu’nun öncüsü olabileceği veya onun sözünü devralacak etkili isimler, sanatçılar, yazarlar, siyasetçiler alarma geçerek bugünden tezi yok bir inisiyatif kurup Ankara’ya giderek CHP, HDP ve hatta MHP’yle görüşebilir, dahil olabilecek milletvekilleriyle beraber Gün, Gülmen ve Özakça’nın talebini hükümete iletebilir.

Bizler, sıradan insanlar da bu inisiyatifin izcisi olarak ilgililer üzerinde demokratik baskı hakkımızı kullanabilir, Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın ve Kemal Gün’ün seslerine ses olabiliriz.

Peki, hükümet böyle bir çağrının karşılığını verir mi? Vermeyebilir. Peki üç insanın gözlerimizin önünde eriyip gitmesine, bu ön kabul yüzünden seyirci kalınabilir mi?


İrfan Aktan Kimdir?

Gazeteciliğe 2000 yılında Bianet’te başladı. Sırasıyla Express, BirGün, Nokta, Yeni Aktüel, Newsweek Türkiye, Birikim, Radikal ve birdirbir.org ile zete.com web sitelerinde muhabirlik, editörlük veya yazarlık yaptı. Bir süre İMC TV Ankara Temsilciliği’ni yürüttü. "Nazê/Bir Göçüş Öyküsü" ile "Zehir ve Panzehir: Kürt Sorunu" isimli kitapların yazarı. Halen Express, Al Monitor ve Duvar'da yazıyor.