YAZARLAR

140 karaktere sığanlar

16 Nisan Pazar günü Demokrasi İçin Birlik Basın Merkezi, benim için iletişim hakkını sadece talep etmenin yeterli olmadığını bir kez daha ortaya koydu. Sonuçta 140 karaktere, mevcut eşitsiz iletişim ortamına karşı bir mücadele sığdırılabilir.

16 Nisan Pazar günü yapılan oylamayla, tartışmalı bir biçimde anayasanın 18 maddesi değişti ve değişen maddelerle birlikte Türkiye'de bir rejim değişikliği kabul edilmiş oldu. Referandum konusu olan bu rejim değişikliği üzerine çok şey yazıldı, söylendi. Ancak bu yazılan ve söylenenler, daha doğru bir deyişle referandum öncesinde değişikliğe evet ve hayır diyenlerin argümanları, nedenleri, gerekçeleri kamuoyu önünde eşit bir biçimde temsil edilmedi.

Eşitsiz koşullarda gerçekleşen referandum tartışmasında, değişikliği talep edenler geleneksel medyayı, meydanları, iktidarın olanaklarını sonuna dek kullanırken, değişikliğe hayır diyenlerin elinde sosyal medya ve sokak dışında bir olanak neredeyse yoktu. Geleneksel medyada temsil şansı bulamayanların kendini ifade olanağının tek zeminini oluşturan ve bu özelliği nedeniyle de internet sitelerine, kullanıcı adreslerine erişim engeli koyulması, paylaşımları nedeniyle insanların evlerinin basılması, gözaltına alınması, tutuklanması, cezalandırılması, internet iletişiminin yavaşlatılması, sosyal medya uygulamalarına erişimin yasaklanması, dahası partilerin, kurumların istihdam ettiği troller aracılığı ile manipüle edilmesi yoluyla işgal edilmeye çalışılan sosyal medyanın, özellikle de Twitter'ın bu referandum sürecindeki rolü mutlaka derinlikli olarak analiz edilmek zorundadır.

Ancak bu yazıda Twitter'ı bu bağlamda tartışmak yerine, bir yandan dünya genelinde tespit edilen otoriterleşme, bunun Twitter'ın bazı yapısal özellikleriyle ilişkisi üzerine yapılmış bir çalışmayı, diğer yandan da 16 Nisan'da gerçekleşen referandum dolayısıyla içinde yer aldığım Demokrasi İçin Birlik Basın Merkezi deneyimini paylaşmak istiyorum.

TWITTER - 140 KARAKTER

Twitter'ın kurucularından Biz Stone'un Twitter'ın 'Küçük Mavi Kuş Dedi ki' isimli kitabında sorduğu “140 karakterde söylemeye değecek ne var ? Bu kadar dar bir alanda kendimizi nasıl ifade edebiliriz?” sorusu, üzerinden atlanabilir bir soru değil. 140 karaktere sıkıştırılmaya çalışılmasının ister istemez bir mesajı magazinel, tek boyutlu hale getirdiği ve verili inanç, yargı ya da klişeleri çağırmaya zorladığı da Twitter kullanan herkesin deneyimleri içerisinde vardır.

Twitter günümüzün en popüler sosyal paylaşım sitelerinden birisi. En önemli özelliği 140 karakter yani ortalama 11 kelimelik mesajların paylaşımına izin veriyor olması. Bu 140 karakter sınırlaması, Biz Stone'a göre Twitter'ın başarısına katkısı olan, onun en çok sevilen, en çok nefret edilen, en ilham verici, insanları bir araya getiren özelliği. Stone 140 karakter sınırını nasıl koyduklarını anlatırken bunun aslında bir yandan teknik bir sınırlılıktan kaynaklandığını, Twitter'ı kullanılan cihazdan bağımsız kılmak için uluslararası mesajlaşma standartı olan 160 karakterin 15 karakterini kullanıcı adı için ayırdıklarını, geri kalan 145 karakterin tamamını kullanıcıya vermek yerine 140 karakter olmasını seçtiklerini anlatıyor ve bunun da uygulamaya gizem katarak bir ivme noktası yarattığını söylüyordu.

Her gün ortalama 500 milyon tweet'in gönderildiği Twitter, kuruluşundan kısa süre sonra 2008 ABD başkanlık seçimlerinde ilk sınavlarından birisini verdi. 2008 başkanlık seçimlerine gidilirken iki adayın da Twitter hesabı olması, uygulamayı o zamanki normal kapasitesinin beş katına çıkarttı. Seçimleri Stone, “Twitter'ın mesajlaşma dünyasındaki rolü için belirleyici bir an” olarak tanımlıyor. Daha sonraki günlerde dünyanın değişik yerlerinde gerçekleşen terör saldırısı, deprem, öğrenci ayaklanması gibi olaylar ise Twitter'ın, uluslararası haber ajansları, gazeteler, TV'ler gibi geleneksel haber araçlarından çok daha hızlı bir haber platformu olduğunu ortaya koydu.

Stone'un anılarında anlattığı Moldova öğrenci protestolarında Twitter'ın bir örgütlenme aracı olarak kullanılması üzerine gazetecilerden gelen “Moldova öğrenci ayaklanmalarında Twitter'ın rolü neydi?” sorusu ise sonraki yıllarda dünyanın değişik yerlerinde patlak verecek olan toplumsal hareketlerin her birisi için tekrar tekrar defalarca, hem de hareketin içindeki insanlar tarafından bile sorulan bir soruya dönüştü. 2010 yılının sonlarında Arap Baharı başladığında Twitter bir yandan toplumsal hareketin kendisi, talepleri, olaylarından daha fazla haberlerde başrolü oynar hale gelmişti, diğer yandan da Twitter izlenerek bir sonraki toplumsal kalkışma tahmin edilebilir hale gelmişti. Biz Stone “Belli bir bölgede atılan tweet'lerin arttığını gördüğümüzde bir telefon açıp 'hey diktatör, belki ülkenden kaçmak isteyebilirsin' diyebilirdik” sözleriyle bu durumu ifade ediyor.

TWITTER VE OTORİTERLEŞME

Twitter'ın özellikle Arap Baharı sürecinde konu olduğu tartışmalar, herkesi sosyal medyanın günümüzdeki rolü üzerine düşünmeye davet etti. Bu konuda birbirine karşıt olarak teknolojiyi merkeze alan ve kolektif eylemi merkeze alan açıklamalar, sanal kamusal alan, dijital aktivizm, bir araya gelmenin koreografisi gibi farklı yanlarına vurgu yapan kavramlar ortaya atıldı. Ancak son zamanlarda Twitter toplumsal hareketlerle ilişkisi bağlamında değil de tüm dünyada yükselen otoriterleşme bağlamında daha fazla dikkat çekmekte. Bu noktada özellikle geçtiğimiz aylarda ABD Başkanı seçilen Trump ve Twitter ilişkisine dair bir çalışma önemli bulgular ortaya koyuyor.

Christian Fuchs'un “Donald Trump: Otoriteryan Kapitalizm Konusunda Bir Eleştirel Kuram Perspektifi” başlıklı çalışması Donald Trump'ın başkan seçilmesi sürecinin ekonomik, politik ve ideolojik boyutlarını incelerken Frankfurt Okulu düşünürlerini de Trump'ın başkan seçilmesi sürecinde Twitter'ın rolünü anlamak için işe koşuyor.

Trump bu yılın Ocak ayının başlarında, henüz resmi olarak başkan olmadan önce Twitter'daki 20 milyon takipçisi ile sadece bir başkan adayı ve kapitalist değil, aynı zamanda da bir marka ve medya gösterisi olarak tanımlanabilirdi. Fuchs, Trump'ı aynı zamanda da bir ideoloji olarak da tanımlıyor. Bu ideoloji sadece tek bir insanın Trump'ın ideolojisini değil, hiper-bireycilik, reisçilik, dost-düşman şemaları ve sosyal Darwinizm gibi ögelerin bileşiminden oluşan bir düşünme ve yaşam biçimini ifade ediyor ve tüm dünyada otoriter yöneticilerin iş başına gelme süreçlerinin anahtarını oluşturuyor.

Bütün bu ideolojinin yani Fuchs'un deyişiyle Trumpolojinin kanıtları ise Trump'ı bir “140 karakter politikası ustası” haline getiren süreçte izlenebilir. Fuchs'a göre Twitter'ın 140 karakterlik mesajları, insanları reisin dostları, takipçileri, beğenenleri ve re-tweet edenleri olarak bir araya getirmiş ve Trump'ın birilerini günah keçisi haline getiren, Amerikan milliyetçisi, cinsiyetçi, dost-düşman ikiliğine dayalı, siyasi doğruluktan uzak, klişelere, önyargılara dayalı ideolojik kampanyasının başarıya ulaşmasına neden olmuştur.

Trump'ın başarısı, Fuchs'a göre Twitter'ın bireysel profilleri, gönderileri ve izleyici ve re-tweet birikimine odaklanmış yapısının, otoriter kişilik olarak Trump'ın kendisini kazanan ve bunu her koşulda başaran bir yalnız kurt olarak sunmasını, dolayısıyla da bir lider, reis olarak konumlandırmasını kolaylaştırması ile ilişkili. Twitter'ın tüm özellikleri, otoriterleşme sürecinin milliyetçilik, militarizm, sansasyonalizm gibi başlıca unsurlarını kolaylıkla işler kılıyor. 140 karakterlik mesajlar aynı zamanda da politik iletişimi olguların, konuların, müzakerenin yer aldığı bir süreçten ziyade, ideolojinin, kişiliklerin ve sansasyonların iletişimi haline getiriyor.

Twitter'ın hızı ve anonimliği söylentileri, sahte haberleri, klişeleri ve önyargıları hızla küresel düzeyde yayarken, otoriterleşmenin temel motifleri olan dost-düşman şeması, cinsiyetçilik ve milliyetçiliği yaymasına hizmet ediyor. Üstelik bu özelliklere sahip Twitter mesajları geleneksel medyaya da haber olarak sosyal medya gösterisinin geleneksel medyada da sürmesini sağlıyor.

Fuchs'un çizdiği bu oldukça tanıdık tabloya dair eleştirel strateji önerisi ise Trump gibi otoriter figürlerin sosyal medyada ücretsiz tanıtımını yapmamak, onları yok saymak, onların ideolojik mesajlarını yorumlamak, re-tweet etmek yoluyla gösterilerine katılmayı reddetmekten başlıyor. Bana göre bunun devamında ise yaratılan tek boyutlu, hızlı, yapay siyasi iletişimin alternatifini aramak geliyor. Yani sosyal medyanın, Twitter'ın ve hatta bütün bir iletişim ortamının, bir mücadelenin konusu, alanı olarak kavranabilmesi eleştirel bir stratejinin temel zorunluluğu olarak karşımızda duruyor.

HABER AJANSI OLARAK TWITTER 

Twitter'ın, otoriter figürlerin milliyetçi, cinsiyetçi, ırkçı fikirlerin yayılmasına, bu fikirler üzerine kurulu otoriterleşme eğilimlerine zemin sağladığına, yapısal özelliklerinin tam da bu otoriterleşmenin üzerine kurulu olduğu söylentileri, sahte haberleri, klişeleri ve önyargıları yaydığı kabul edilebilir. Ancak bir yandan da hızı ve erişim kolaylığı ile özellikle de 16 Nisan referandum süreci gibi süreçlerde bir haber platformu olarak kullanılabileceği ve özellikle de siyasi iktidara organik olarak bağlı geleneksel medya aracılığı ile bir bilgi tekelinin oluşturulduğu durumda iletişim hakkını sınırlı da olsa gerçekleştiren, geleneksel medyanın dışladığı bilgiyi hızlı bir biçimde yayan bir haber platformu olarak işlevlenebileceği açıktır.

16 Nisan Pazar günü, referandum kampanyasında “hayır” oyu için onlarca dernek, sendika, siyasi parti, sivil inisiyatif, ve STK birleşerek kurduğu Demokrasi için Birlik Platformu’nun Basın Merkezi'nde olmam ve orada ihraç edildiğim fakülteden öğrencilerim ve meslektaşlarımla mahallelerden, sandık başlarından, avukatlardan gelen haberleri özellikle Twitter'ı ancak aynı zamanda diğer sosyal paylaşım olanaklarını kullanarak paylaşmaya çalışmam bundandı.

Sadece masa ve sandalyelerin bulunduğu bir apartman katında, insanların kendi bilgisayarları ile geldiği ve paylaştırılan görevlerden birisi için gönüllü olarak çalışmaya başladığı Demokrasi İçin Birlik Basın Merkezi, sabah 8:00'den itibaren açıktı. Yaklaşık 20 gönüllü gece yarısına dek o apartman katında haber topladı, değerlendirdi, Twitter ve Facebook aracılığı ile yaydı. Bu arada gelen konukları canlı yayına alıp seçimleri ve sonuçları değerlendirmeye çalıştı. Apartman katında 20 kişi olsa da, Demokrasi İçin Birlik çatısı altında bir araya gelmiş ve sandık başlarında, seçim merkezlerinde görev almış olan yüzlerce gönüllü, ihlalleri önlemeye çalışan gönüllü avukatlar, basın merkezine gelen bilgilerin kaynağı olarak elbette ki çalışmanın organik bir parçasıydı.

16 saatlik çalışma boyunca 500'den fazla tweet ve sosyal medya paylaşımı, 6 canlı yayın, bu canlı yayın ve haberleri görüntülü olarak toparlayan kısa klipler paylaşıldı. Bütün bu çabanın değeri ise 200 takipçi ile başlayıp günün sonunda 1700'e çıkan takipçi sayısı ile ve milyonları bulan etkileşim ile kendisini ortaya koymuş oldu.

16 Nisan Pazar günü Demokrasi İçin Birlik Basın Merkezi, benim için iletişim hakkını sadece talep etmenin yeterli olmadığını bir kez daha ortaya koydu. Sonuçta 140 karaktere, mevcut eşitsiz iletişim ortamına karşı bir mücadele sığdırılabilir. Bu mücadele elbette ki görünmez kılınmaya çalışılan halkların kendi görünürlüğünü yine kendi araç ve pratikleriyle sağlaması için verilen politik bir mücadeledir ve tek aracı 140 karakter değildir. Ancak, söylemeye değecek özgür, adil, barış içerisinde ve onurlu bir geleceğe dair sözümüz varsa, bu 140 karakterde de olsa söylenmeye devam edilecektir.


Funda Başaran Kimdir?

1990 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Bilgisayar Mühendisliği bölümünü bitirdi. 1995 yılının Eylül ayında Yüksek Lisans öğrencisi olarak başladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nde 1996 yılının Ocak ayında araştırma görevlisi oldu. 7 Şubat 2017 tarihinde 686 nolu KHK ile ihraç edilene dek, 21 yıl boyunca aynı fakültede sırasıyla araştırma görevlisi, yardımcı doçent, doçent ve profesör ünvanlarıyla çalıştı. Akademik çalışmaları yanında TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası Ankara Şubesi'nde Yönetim Kurulu üyeliği, yine TMMOB’ye bağlı Bilgisayar Mühendisleri Odası’nın kurucu yönetim kurulu başkanlığı yaptı. Hala TMMOB Bilgisayar Mühendisleri Odası’nın Onur Kurulu üyesidir. Ayrıca Alternatif Medya Derneği ve Halkevleri Vakfı’nın Yönetim Kurulu Başkanlığı görevlerini yürütmektedir. İşçi Filmleri Festivali’nin başlangıcından bu yana değişik süreçlerinde gönüllü olarak yer almıştır.