YAZARLAR

Heidi evine, çalışmak senin neyine?

Columbia Business School’da, Frank Flynn isimli bir profesör, bizim Heidi’nin hayat hikâyesini almış, kadınlar ve erkeklerden oluşan bir grup insana okutmuş. Sonra, sadece “Heidi” ismini, “Howard” yapmış ve onu da başka bir gruba okutmuş. Hiçbir şeyi değiştirmemiş, değişen sadece isim. Biri bir kadının başarı öyküsü, öbürü de bir erkeğin.

Heidi Roizen, diye çok başarılı bir kadın var. Stanford Üniversitesi mezunu. Aynı üniversitede doktora da yapmış. Taa 1983’te erkek kardeşiyle birlikte yazılım şirketi kurmuş. Apple’a bile yazılım satmış. Sonra bir sürü yerde çalışmış, yönetici olmuş, başkan olmuş filan. Kendi şirket(ler)ini kurmuş, ödüller almış, çok para kazanmış. Şu anda da Silikon Vadisi’nin en başarılı isimlerinden.

Anladığım kadarıyla Amerika’da kime “Bu ülkede ‘girişimci’ denince aklına kim geliyor?” diye sorsak, “Heidi Roizen!” der yani. O derece!

Kendisi, aynı zamanda evli ve iki kızı var. (Evet. Çocuk da yapmış, kariyer de.)

Kıskandığımdan mıdır nedir, Heidi’nin bu başarılar ve ödüllerle taçlandırdığı kusursuz hayat hikâyesinden biraz sıkıldığımı itiraf ederek, esas konuya gelmek isterim...

Columbia Business School’da, Frank Flynn isimli bir profesör, bizim Heidi’nin hayat hikâyesini almış, kadınlar ve erkeklerden oluşan bir grup insana okutmuş.

Sonra, sadece “Heidi” ismini, “Howard” yapmış ve onu da başka bir gruba okutmuş. Hiçbir şeyi değiştirmemiş, değişen sadece isim. Biri bir kadının başarı öyküsü, öbürü de bir erkeğin.

Çalışmaya katılanların hepsi, sağ olsunlar, iki insanı da çok başarılı ve işinin ehli bulmuşlar.

Gerçek hayatta olmayan Howard, çok sevilmiş ve takdir edilmiş. “Örnek alınabilecek insan” kabul edilmiş. Arkadaş olmak istemişler, onunla mutlaka çalışmak istemişler. Ara sıra balığa çıkmanın ya da bira içip sohbet etmenin ne hoş olacağını; patronları olursa, ondan çok şey öğreneceklerini söylemişler. Kendileri patron olursa, bu Howard’ı hemen işe alırlarmış çünkü kesin karizmatikmiş, zekiymiş, çevikmiş, ahlaklıymış filan.

Gelelim Heidi’ye... Hiç sevilmemiş. Fazla hırslı, fazla agresif ve fazlasıyla bencil bulunmuş. Fiziksel olarak çirkin olduğunu düşünmüşler. “İyi bir insan” da değilmiş. Örnek almazlarmış. Ona güvenebileceklerinden emin değillermiş. Arkadaş olmazlarmış, onunla çalışmazlarmış. Yükselebilmek için, arkalarından iş çevirebilirmiş. Patronları olsun istemezlermiş. Kendileri patron olursa, Heidi’yi işe almak da istemezlermiş. “Ofis cadısı” demişler kadına yahu! (Aslında “office bitch” demişler ama terbiyeli bir insan olduğum için, “cadı” olarak çevirdim.)

Ne saçma değil mi? Saçma ve üzücü ve adaletsiz.

Ama yani şimdi bir yandan da “iş hayatında başarılı insan” ya da “lider” tanımında geçen bütün kelimeler, erkeklere daha çok yakışıyor değil mi? Güç, güven, savaşmak, kazanmak, hedef, zafer, kararlı, engel tanımaz, cesur, pozitif, yol gösterici, vizyon sahibi, tutkulu, azimli, yılmaz, yorulmaz, hayt, huyt filan. Hepsi ne kadar da erkeksi.

Elbette canım. Kadın dediğin sevgi doludur, sakindir, tatlıdır, güzeldir, incedir, düşüncelidir, duygusaldır, affedicidir, yardımseverdir, naziktir, hassastır, fedakârdır, cefakârdır, kırılgandır, aman da amandır.

Heidi’ye benim de birkaç çift sözüm var...

Eyyyy Heidi!

İyi okullarda okumuşsun, başarılı bir kadın olmuşsun, kendi paranı kazanmışsın, aferin. Ama başarılı bir ana olmuş musun? Evinde çocukların iki kaşık sıcak yemek beklerken, sen anca toplantılara gitmişsin. Akşam eve geldiğinde (tabii geliyorsan) o zavallı çocuklarla ilgileneceğine, hop, bilgisayar başına geçmişsin. O zaman soruyorum: Sen ne biçim kadınsın?

Bu senin gibiler, kazandığı bütün parayı, bakıcıya, temizlikçiye verenlerdir. Senin gibiler, çocuğunu yabancıların elinde büyütenlerdir. Sen şimdi kendine “ana” mı diyorsun?

Girişimci olmayı biliyorsun ama dolma yapmayı biliyor musun? Hadi dolmayı geçtim, sen yumurta kırmayı biliyor musun Heidi Hanım? Çamaşır yıkarken, renklilerle beyazları ayırabiliyor musun? Gömlek ütülerken, yakadan başlaman gerektiğini biliyor musun?

Kimse kusura bakmasın ama bu senin yaptığın, iş değil. Kendi ayaklarının üstünde durabiliyorsun ama kocanın ayakları kaç numara, ondan haberin yok. Sen Silikon Vadisi’nde gezerken, yuvan uçurumdan yuvarlanıyor, ondan da haberin yok. Yarın kocanın gözü dışarıya kaysa, ne yapacaksın?

Bakınız, yuvayı dişi kuş yapar. Bu kadın, evine iki kilo mercimek alacağına, gidip şirket alıyor. Fiyakalı kıyafetlerle toplantıdan toplantıya gidiyor, projeler yapıyor ama evlatlarının proje ödevini yapmıyor.

O kadar büyük şirketlerde, kadın başına nasıl öyle başarılı olunduğunu da biz az çok tahmin ediyoruz. Edep yahu! Çocuklarından da mı utanmıyorsun?

Şimdi kalkmış diyorsun ki, “Kadınların, hayatın içinde erkeklerle eşit şekilde var olması lazım!”. E erkek hayatın içinde, kadın hayatın içinde, evin içinde kim olacak? Haa, buna cevap yok! Yazık.

Burada dert, ekonomik özgürlük mözgürlük değil. Bana hikaye anlatma! Tek dert para. Para, gözlerini öyle bir kör etmiş ki, ne koca görüyorsun artık, ne de çocuk.

Evet, işinde başarılısın, ona sözümüz yok. E istersen dünyanın hakimi ol... İyi bir eş, iyi bir ana olamadıktan sonra, ne kıymeti var? Başarının ne olduğunu senden öğrenecek değiliz. Heidi or’dan!

Sonuç olarak, benim de oyum Howard’a. Heidi evine git!


Reyya Advan Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. 13 yıl, İstanbul’da çeşitli uluslararası reklam ajanslarında, reklam yazarlığı yaptı. Çocuk hikâyeleri ve masallar yazdı. İstanbul’un trafiğine ve nem oranına daha fazla dayanamayarak, Ankara’ya geri döndü. 2009’da, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğretim görevlisi oldu. Reklamcılık, yazarlık, sunum teknikleri gibi alanlarda dersler veriyor. Kurbağalara olan abartılı ilgisi dışında, normal bir insan.