YAZARLAR

Ağaç yaşken cinsiyetçi olur

Cinsiyetçiliğin tohumları çocukken ekiliyor, hemen filizleniyor, el birliğiyle sulanıyor ve emek emek büyütülüyor. Bir sürü saçmalığı (farkında olarak ya da olmayarak) çocuklara ince ince işledikten sonra, bu çocukların büyümesini ve “insan” gibi davranmasını bekliyoruz...

Bir baba ve oğlu, feci bir trafik kazası geçiriyor. Baba, olay yerinde hemen ölüyor. Oğlunu, ağır yaralı şekilde hastaneye götürüyorlar. Durumu kritik. Ameliyat olması lazım. Hemen ameliyathane hazırlanıyor, doktorlar panik. Neyse ki, konunun uzmanı bir cerrah var. Ülkenin en ünlü, en başarılı doktoru. Çocuğu kurtarsa kurtarsa, o doktor kurtaracak.

Nefesler tutuluyor. Doktor, ameliyathaneye giriyor ve çocuğu görünce, “Ben bu ameliyatı yapamam! Bu çocuk, benim oğlum!” diyor.

Amanın! Peki bu nasıl olabilir?

Sorunun cevabını hemen verebildiniz mi? Yoksa, bir an durup düşündünüz mü? Cevabı bulmanız uzun sürdü mü? Yoksa, hâlâ düşünüyor musunuz?

Hâlâ düşünüyorsanız, üzülmeyin. Utanın ama üzülmeyin. Büyük çoğunluğun içindesiniz çünkü. Doğru cevap; “Doktor, çocuğun annesi.” Bunu şıp diye söyleyebilen kişi sayısı çok az. Birisi doktorsa, erkektir çünkü. Aklına, doktorun bir kadın olabileceğini getirenlerin sayısı, araştırmalarda yüzde 15’i hiç geçmemiş. (“Üzülmeyin”imi geri alıyorum. Annesi olabileceği aklınıza gelmediyse, hem utanın hem üzülün!)

Kafası karışan ve cevap vermeyenler var. “Babası eşcinselmiş ve eşcinsel evliliği yapmış. Bu doktor da çocuğun öbür babasıymış.” diyen var, “Baba aslında ölmemiş, bayılmış. Ayılınca, hemen hastaneye koşmuş.” diyen var, “Doktor, robotmuş.” diyen var, “Doktor, babasının hayaletiymiş.” diyen var. “O ölen, aslında üvey babaymış. Doktor, çocuğun gerçek babasıymış. Yıllar önce evi terk etmiş ama çocuğunu uzaktan hep izlemiş.” diye dizi senaryosu yazan bile var.

Cinsiyetçiliğe dair birçok konuşmanın, yazışmanın vazgeçilmezi olan bu klişe soruya, “anne” cevabı verenler, işte yüzde 12 ila 15’lerde.

Geçen sene, tam bu zamanlarda, Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle yapılan bir sosyal kampanya vardı. İngiltere’de bir sivil toplum kuruluşu (Inspiring the Future) imzasıyla hazırlanan iki dakikalık bir film.

Bir ilkokulda, yaşları 5 ve 7 arasında değişen 22 çocuğa, birer itfaiyeci, cerrah ve savaş pilotu çizmeleri söyleniyor. Çocukların filmden, kampanyadan, amaçtan, hiçbir şeyden haberi yok. Büyük bir ciddiyet içindeler; okullarını yangından kurtaran itfaiyeciler, ambulans sahibi cerrahlar, hayat kurtaran savaş pilotları birer birer çiziliyor. Toplam, 66 resim.

Bu 66 resimde çizilen kahramanların, 61 tanesi erkek. Sadece 5 tanesi kadın. Sonra, içeri itfaiyeci, cerrah ve savaş pilotu kadınlar giriyor. Çocuklar çok şaşırıyor filan. Haklılar. Dünyanın her yerinde, çocuklar için etraf, “doktor amca”, “itfaiyeci abi”, “pilot amca” kaynıyor. Teyzeler, ablalar istisna. İstisnalar da kaideyi bozmuyor.

Gidin bir oyuncakçıya, erkek ve kız çocuk oyuncaklarının arasında gezinin. Ne kadar araba, ekskavatör, buldozer, vinç, alet çantası, ışın kılıcı, korsan, süper kahraman, asker, top, tüfek, tabanca varsa, hepsi aynı yerde. Mavi, lacivert, siyah karışımı vahşi raflarda.

Diğer tarafa ilerleyin. Pembeli morlu, tatlı mı tatlı, uçuşan rafların orada durun. Bütün bebekleri, prensesleri, perileri, çay takımlarını, tencereleri, tavaları, süpürgeleri, ütüleri, çamaşır makinelerini, makyaj malzemelerini, ponileri, tülleri, simleri orada bulacaksınız.

Ne kadar da ilginç ve yeni olmayan bir noktaya parmak bastım. Evet, durumlar böyle. Biliyoruz. Çevredeki çok bilen ve laf dinlemeyen insanlar, kapitalist sistem, çivisi çıkmış dünya, mahalle baskıları, düzene uydurulan ayaklar... Her şey ama her şey, buna göre. Toplumun genlerine işlemiş bir kere... Değil mi?

Çocuk milleti de istiyor. Evde öğrenmeyen, okulda öğreniyor. Siz cinsiyetçi oyuncak almasanız da anneannesi alıyor. O almazsa, zaten arkadaşında görüyor. Bir oyuncaktan haberi yoksa, arkadaşları dışlıyor. Reklamlar zaten hiç durmuyor. Oğlunuz bebekle oynarsa, komşular imalı imalı kikirdiyor. Kızınız, elindeki çimento kamyonuyla halının üzerinde ilerliyorsa, “Erkek Fatma” oluyor. Aile büyüklerinde çaktırmadan bir panik başlıyor. Değil mi?

Yani bu durumda ne yapabilirsiniz ki? Suçlu siz misiniz, toplum mu?

Oyuncakları bırakalım, kitaplara bakalım... Kitaplara tek tek bakmak uzun iş ama neyse ki, sosyoloji profesörü Janice McCabe, bizim için bakmış. 1900’den 2000’e kadar yayınlanmış 6000 çocuk kitabını incelemiş. Sonuç?

Kitapların tamamında, erkek karakter(ler) mutlaka var. Ana karakterlerin sadece yüzde 31’i dişi. Kahramanı hayvan olan kitaplarda, dişi hayvanların başrol oranı, yüzde 7,5. Tabii, bu durum, Amerika için geçerli. Bizi bağlamaz.

Bizde durum daha da içler acısı çünkü. Kitapçıya gidip “Çocuk kitapları ne tarafta?” dediniz mi hiç? Mutlaka deneyin. Her seferinde, “Kız mı, erkek mi?” diye soruyorlar. “Normal kitap yahu!” derseniz, size kıl oluyorlar. “Küçük Beylere Masallar”, “Küçük Hanımlara Masallar” diye kitaplar var. Küçük “hanımlar” ve “beyler” için ayrı boyama kitapları var. Biri prensesli, kanatlı, çilekli, çiçekli, kedili, kurdeleli, baleli. Öbürü de ejderhalı, dinozorlu, korsanlı, arabalı, inşaatlı, itfaiyeli, uçaklı, uzaylı.

Kitapları da mı bırakalım? Tamam, kıyafetlere bakalım. Aynı şey. Onları da bırakalım, sosyal medyada çocuğuna “Aslan oğluşum”, “Prenses kıjım” isimleriyle hesap açanlara bakalım. (Bunlara hiç tahammül edemediğim için, izninizle bu bahsi kapatmak isterim.) Şimdi, düşünelim.

Cinsiyetçilik, sadece cahillikten mi kaynaklanıyor? Cümle içine “eski kafa, ataerkil toplum, ama yani dinimiz, eğitimsizlik” kelimelerini serpiştirince, tanımlama bitiyor mu? Yepyeni kafalı, yüzü gözü batıya dönük, din işleriyle kendi işlerini karıştırmayan, eğitimli mi eğitimli, bilgi küpü insanlar nasıl cinsiyetçi oluyor?

Cinsiyetçiliğin tohumları çocukken ekiliyor, hemen filizleniyor, el birliğiyle sulanıyor ve emek emek büyütülüyor. Bir sürü saçmalığı (farkında olarak ya da olmayarak) çocuklara ince ince işledikten sonra, bu çocukların büyümesini ve “insan” gibi davranmasını bekliyoruz... Aferin bize. Daha çok bekleriz.


Reyya Advan Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. 13 yıl, İstanbul’da çeşitli uluslararası reklam ajanslarında, reklam yazarlığı yaptı. Çocuk hikâyeleri ve masallar yazdı. İstanbul’un trafiğine ve nem oranına daha fazla dayanamayarak, Ankara’ya geri döndü. 2009’da, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğretim görevlisi oldu. Reklamcılık, yazarlık, sunum teknikleri gibi alanlarda dersler veriyor. Kurbağalara olan abartılı ilgisi dışında, normal bir insan.