YAZARLAR

Sırrın büyük coşkusu

O adam geldikten sonra işlerimiz asla eskisi gibi olmadı. Artık aynaların sırrıyla uğraşıyorduk. Sır kelimesini ilk duyduğumda aklıma neler neler gelmişti...

Benim adım İbrahim. 11 yıl 11 aydır aynı işte çalışıyorum. Ustama sorulursa, dünyanın en tasasız çırağıyım. Babama sorsan, etim kemiğim ustanın. Anneme sorsan, hayırlı bir evlat oldum ama bir türlü başımı bağlayamadığı için her gece yeni bir ilmek atıyor elindeki iğne oyasına. Dedeme soramayız, rahmetli oldu. Ama adımı ondan aldım. Bunu bir kere daha söylemiştim. Adım İbrahim.

Çocukluğum aynı mahallenin aynı sokağında geçti. Çocukluktan henüz çıkıyordum ki, ustama emanet edildim. O gün bugün aynı yolu, aynı sürede yürür, etrafıma bakar, selam vereceğime selam verir, selamımı almayacaktan selamı esirger, bolca hayal kurup evlere bakarım. Evlerin dış cephelerinde oluşan çatlaklar, yeni boyanmış apartmanlar, dirseği düşmüş borular, pervazı esnemiş pencereler ilgi alanımın ta kendisidir. Dört köşe olan şeylere bakarım. Ustamla mesleğimiz de dört köşeli. Çerçeve yapıyoruz. Ama en çok antika işi aynalardır uzmanlığımız.

Ustamın adını “Hayırsız” koyduğu, hayırsız olmak için epey emek harcadığını sonradan anladığım çırağı Hayri ayrılınca, yerine ben geçtim. Hayri’nin arka sokakta camcısı var. Ona sorsan, kendi ayrılmak istemiş. Ustama sorsan, Hayırsız zaten içeri girdiği günden beri ayaklara bakmış çıkış yolunu ezber etmek için. Başladığım kış yaza dönünce, dükkâna biri girdi. Zanaat, Ahilik geleneği, emek, işçilik, yüzeysel değil derinlemesine ustalık gibi laflar hatırlıyorum. Çok övülesi işler yaparmış ustam meğerse. O saatten sonra ayna, sır, sır kâtibi, sırdaşlık gibi o yaşta kafamın asla almadığı şeyler dinledim. Ustamın övüldüğünün farkındaydım, dükkânı asla küçümsememiştim ama sanki dışarıdan biri gelmiş ve aslında ne kadar kıymetli bir iş yaptığımızı bize anlatmakla görevlendirilmişti. Üstelik, çok zengin bir adama benziyordu bu gelen. Hoşsohbet, nazik, duyarlı biri gibi görünmüştü. O yaşlarda, kimi hasletleri sergilemenin aslında kimi taleplerin payandası olacağını henüz idrak etmemiştim. Anneme sorsanız, halen bundan bihaber olduğumu söyler. Babama sorulsa, keşke teskereyi yaksaydım da askerde kalsaydım uzman olarak. Ustama seslensen artık duymaz. Kulağı ağır işitiyor. Hep açık radyonun yüksek sesi cabası.

O adam geldikten sonra işlerimiz asla eskisi gibi olmadı. Artık aynaların sırrıyla uğraşıyorduk. Sır kelimesini ilk duyduğumda aklıma neler neler gelmişti. Meğer aynanın arkasındaki tabakanın adıymış. O olmadan cam, ayna olmazmış. Aynanın ayna olması için sır gerekirmiş. Sırrı olmayan cam, karşıdakini ona yansıtmazmış. Bu aynaların hepsi, çok pahalıydı. Aşırı büyük değillerdi, aşırı şık görünmüyorlardı, ilk başlarda neden bu kadar pahalı olduklarını, bu aynaları tamir etmek için neden bu kadar ihtimam göstermemiz gerektiğini anlamamıştım. Zamanla anladım, bir ay sonra 12 yıl olacak, kolay değil. O aynaların eski sahipleriydi onları pahalı yapan şey.

Bir dönemin meşhur sinema yıldızının yıllarca aynı yerde durmuş ve dünyada ona kendini en çok göstermiş aynası mesela. Aynayı kaldırdıkları yerin fotoğrafını çekmişti ustam (o zamanlar evlere gitmek gibi işlerde beni kullanmıyorlardı); öyle görmüştüm çerçevenin yıllar içinde oluşturduğu gölgeyi. Duvarın o kısmına yıllarca sultanlık etmiş ayna, şimdi bizim dükkândaydı ve onu tamir edecek, sırrına bakacak, sırrı dökülmüş yerlerini onaracak ve bu işlemi yaptığımız aynanın kime ait olduğu sırrını taşıyacaktık. Bu sır sarmalı gün geçtikçe büyüdü. Devletin önemli kademelerinde görev alan kimselerin aynaları gitti, geçmişte ülkeyi kasıp kavurmuş futbolcunun emektar aynası koca çerçevesiyle beraber geldi. Ustam ne kadar bildi, ne kadarını merak etti, şimdi çıkamıyorum içinden. Ama ben sonrasını hiç merak etmedim. O aynaları kimler getirip, kimler götürdü; ne işe yaradı, nasıl pazarlıkların sebebi oldu, ne kadar kâğıt paraya mal oldu... İşimi yaptım ben. Aynı dükkân, aynı sokak, aynı mahalle, aynı evler –sokağı kendi kendine konuşarak yürüyen ve gittiği semte göre üstünü başını değiştiren delimizin ayağı aksamaya başladı bu süreçte sadece. Ben, iyi bir sırdaş oldum insana ve eşyaya.

Ayna varsa, sır da vardır. Bunu artık biliyorum. Hatta sanırım artık bir tek bunu biliyorum. İşimi yapıyorum, iyilik umuyorum.


Mehmet Said Aydın Kimdir?

1983 Diyarbakır. Kızıltepeli. Türk Dili ve Edebiyatı okudu. Üç şiir kitabı var: “Kusurlu Bahçe” (2011), “Sokağın Zoru” (2013), “Lokman Kasidesi” (2019). “Kusurlu Bahçe” Fransızcaya tercüme edildi (2017). “Dedemin Definesi” (2018) isimli otobiyografik anlatısı üç dilli yayımlandı (Türkçe, Kürtçe, Ermenice). Türkçeden Kürtçeye iki kitap çevirdi. BirGün ve Evrensel Pazar’da “Pervaz” köşesini yazdı, Nor Radyo’da “Hênik”, Açık Radyo’da “Zîn”, Hayat TV’de “Keçiyolu” programlarını yaptı. Editörlük yapıyor.