YAZARLAR

Üvey baba değil, devlet baba!

Bütün dünya, hep beraber bir Kemalettin Tuğcu romanının içindeyiz artık. Özellikle çocuklara hiç de uygun olmayan bir roman.

DUVAR - Yasalara göre “çocuk” kabul edildiğim yaşlarda, evimizdeki “o kitaplar sana göre değil” grubundaki kitapların hepsini, gizlice okumaya çalışırdım. Çoğunun birkaç sayfasını çevirip, ne kadar sıkıcı ve küçük yazılı ve resimsiz olduklarına şaşırarak, anında kapatırdım.

O kitapların arasında, Kemalettin Tuğcu’yu keşfedene kadar... Okurken yakalanırsam, fırça yemeyi göze alacak kadar ilgimi çekmişti. İçleri dayak, şiddet, korku, acı, yoksulluk, kötü kalp, kan, ter, gözyaşı dolu bir sürü inanılmaz hikaye. İnsanlar, bir trenin altında kalmıyor ya da kurtlar tarafından parçalanmıyorlarsa, zaten sürünerek, yanarak ya da donarak ölüyorlardı.

“Üvey Baba” romanını okuduktan birkaç ay sonra, babam aniden öldü ve ben 9 yaşıma girdim. Kemalettin Tuğcu okumaya başlamadan öncesine kadar akıllı sayılabilecek bir çocuk olmama rağmen, uzun süre, beynim durdu ve psikopatça bir düşünceyi kafamdan atamadım:

Babam öldüğüne göre, annem kesinlikle başka bir adamla evlenecek (ki, ona “üvey baba” deniyor) ve bu pis adam, bize çok aşırı kötü davranacak. Bana su veriyormuş gibi yapıp, kahkaha atarak suları yere dökecek. Beni her gün aç bırakacak, sopayla dövecek, asla okula göndermeyecek, zorla dilendirecek. Kafamda bira şişesi kıracak ve ben kanlar içinde büyüyeceğim.

İşte size 9 yaş... Olanı biteni anlıyor gibi görünüp hiç anlayamamak, türlü türlü manyaklıkları bir yere koyamamak, üzüntüyle nasıl başa çıkacağını bilememek, çok korkmak, daha düşünememek, daha savaşamamak demek. Stres, travma, kötülük karşısında hâlâ bebek olmak demek.

HALEP'TE 9 YAŞ...

Geçen hafta, uçaklardan klor gazı bombaları atıldı Halep’te. Bombalanan çocuk hastanesinin ve gazdan zehirlenen bir çocuğun görüntülerini izledik. Çocuk, mavi bir battaniyeye sarılmış, tir tir titriyor. Ağzında oksijen maskesi, nefes alamıyor. Öksürüyor da öksürüyor.

“Dışarıda, uçakları seyrediyordum. Sonra uçaktan bir varil düştü. Sarı bir duman gördüm.” diyor. Sarı dumanlar tüterken, kardeşleri de yanındaymış ama şu an nerede olduklarını bilmiyor. Ağlayarak, “Ölecek miyim teyze? Ölecek miyim?” diye soruyor.

ERZURUM'DA 9 YAŞ...

Bir üniversite rektörü, öğretmenler günü kutlaması için, Erzurum’da bir ilkokulu ziyarete gidiyor. Kameraları da yanına alarak, ilkokul öğrencilerine, kırtasiye (ve üniversite logolu şapka) yardımında bulunmaya karar vermiş çünkü.

3. sınıf öğrencisi bir çocuğa ismini soruyor. Hay allah... Çocuğun ismi, Fethullah! Yanındakiler, badem badem gülüyor. Rektör, “Babana söyle, hemen ismini değiştirsin.” diyor. Herkesin ortasında, bu çocuğa bir poşet kırtasiye malzemesi, bir şapka ve bir travma hediye ediyor.

İZMİR'DE 9 YAŞ...

4 ay önce bir çocuk, arkadaşının 56 yaşındaki “dede”si tarafından tacize uğruyor. Şikayetçi olunuyor. Çocuk, mahkemeye çıkarılacağını biliyor. Neler düşündü, kafasından neler geçti; kimse bilemiyor. Duruşmaya iki gün kala, daha fazla dayanamıyor. Kalp krizi geçiriyor ve kurtarılamıyor. 9 yaşında bir kalp, korkudan duruyor.

Taciz eden şey (“şey” yerine, “adam” yazdım, “insan” yazdım, “hayvan” yazdım ama olmadı), tutuksuz yargılanıyormuş. Tacizci olduğunu, meğerse komşuları biliyormuş. Şimdi, bu sessiz komşular hayatına devam ediyor. Tacizci, hayatına devam ediyor.

Çocuğun babası, “Ceza alması için elimden geleni yapacağım.” demiş. Çocuğunu kaybeden bu baba yerine, devlet babanın elinden geleni yapması gerekmiyor mu?

Devlet, elinden gidenler için, elinden geleni yapacak mı? İlerleyen sayfalarda göreceğiz.

Bütün dünya, hep beraber bir Kemalettin Tuğcu romanının içindeyiz artık. Özellikle çocuklara hiç de uygun olmayan bir roman. Tek tesellim; o kadar acı, şiddet, üzüntü dolu Kemalettin Tuğcu romanlarının, hep mutlu sonla bitiyor olması.


Reyya Advan Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. 13 yıl, İstanbul’da çeşitli uluslararası reklam ajanslarında, reklam yazarlığı yaptı. Çocuk hikâyeleri ve masallar yazdı. İstanbul’un trafiğine ve nem oranına daha fazla dayanamayarak, Ankara’ya geri döndü. 2009’da, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğretim görevlisi oldu. Reklamcılık, yazarlık, sunum teknikleri gibi alanlarda dersler veriyor. Kurbağalara olan abartılı ilgisi dışında, normal bir insan.