YAZARLAR

Kanın büyük coşkusu

İlk kan. Alnında. O kuzu kesilir bayramda, meğer o bayram Kurban’dır. Kurbiyet, yakınlaşma, akrabalık, muhabbet telkin eden o bayramda, Canımbenim’inin kanının alnına değeceğini nereden bilebilirdin? Kesildi, haberin olmadı, çağırıldın, koşa koşa çıktın bahçede dört basamak inip, taşlıktan ağaçlara atladın ve kesilmiş kuzuyu gördün. Ağlamadın.

“Kan uykudan gece kalkar gücenmez” diyor Âşık Veysel. 735’e tarihlenen Orhun Yazıtları’ndan beri var dilde: “kızıl kanım tökti kara terim yögrdi”. Kan, kızıl olur. Kan, rüyayı bozar. Bozar mı gerçekten? Bağdatlı Ruhî’dir bu diyen de: “Elden bırakma gül gibi zerrin piyâleyi/ Biz firkatinle kan yutalım sen safâda ol”. Klasik şiir muhayyel sevgiliye ağlama şiiridir genelde zaten de, Ruhî kan gözyaşı döker bilhassa. Sen sefada olmak için varsın, ayrılığınla ben kan yutarım ama, sen elinden o altın kadehi bırakma, sefanı sür diyor. Delikanlı, kansız, kan taşı, kan davası, kana susamak, kana kan istemek, kanı bozuk, kanı kaynamak, kanı bitlenmek... say say bitmez dildeki kanı. Bizzat dilin somut hali de kandan mürekkep bir şey zaten.

Bayramdır. Kasabanın her yerinden sesler yükselir arşa doğru. Sebze halinde gördüğün çığırtkan, şimdi ayakkabı için bağırıyordur çarşıda kurulan seyyarların üstünde. Gözünün kaldığı pantolonu istemeye utanırsın da, en çok başkasına alınan elbiselere gözün takılır. Onlar hep daha güzeldir. Onlara her şey hep daha çok yakışır. Bir tek beyaz ayakkabını giydiğinde iyi hissedersin biraz. Sanki bütünler seni o, ayağını çepeçevre sarar, adeta senin giymen için yapılmış, camekâna konmuş ve seni beklemiş bir eşyadır o. Ayağında paralanacaktır sonradan, kanınla da tanışacaktır çorabının üstünden sızan.

Kan. İlk kan. Bir şiir kitabı adı aynı zamanda. Senin gördüğün ilk kan. Bir hayvanın kanı. Bahçeye bağlanmış, aylarca beslenmiş, bakılmış bir kuzunun kanı. Kınalı kuzu, senin bu hayatta temas kurduğun ilk hayvan. Seninle konuşan, sana sesini duyuran, seni görünce heyecanlanan, sana ötekilerden başka muamele eden ilk hayvan. İsim koyulabileceğini bile düşünmüyorsun; oysa şimdiki aklın olsa, o bahçede o kınalı kuzu olsa, illa isim verirdin ona. Kınalı derdin mesela, Piyale derdin belki, hatta Canımbenim koyardın da adını, sana gülerlerdi. Çünkü canım benim diyecek kadar severdin Canımbenim’i. Canımbenim kesif yemleri elinden yerken seni gıdıklardı. Buna da gülerdiniz.

İlk kan. Alnında. O kuzu kesilir bayramda, meğer o bayram Kurban’dır. Kurbiyet, yakınlaşma, akrabalık, muhabbet telkin eden o bayramda, Canımbenim’inin kanının alnına değeceğini nereden bilebilirdin? Kesildi, haberin olmadı, çağırıldın, koşa koşa çıktın bahçede dört basamak inip, taşlıktan ağaçlara atladın ve kesilmiş kuzuyu gördün. Ağlamadın. Sen dişini sıkarken, alnına yanaştı bir parmak. Sürüldü alnına kuzunun kanı. Geri döndün. Bir şey değişmişti dünyada. Neyin değiştiğini, değişen şeyin şiddetini bilemiyordun ama bir şeyin değiştiğinden, sarsıldığından, boğazlandığından, elinden alındığından emindin. Kanı yıkayan şeyin adı da kanmış. Öğrenmedin ama sezdin. Ondan sonra her iki bayramda bir alnına değecek kanı düşündün. O ânı. O yaklaşan eli ve eldeki parmaklardan birini. Yaklaşıyor, değiyor, bir iz bırakıyor ve çekiliyor. Biraz bekliyorsun, önce kuruyor kan, sonra çatlıyor, kararıyor ve yıkayarak geçiriyorsun. Halen muhabbetten ne zaman bahsetsen, alnında bir parmağın izi sızlıyor. Kan var çünkü bütün akrabalıklarda. O şiirin o dizesi değil, daha uzak bir beyittir aklına gelen, başka Bağdatlıdan, Fuzûlî’den: “Dişledimse la’lin ey kanım döken ayb eyleme/ Tut ki kan ettim adâlet eyle kanı kana tut”.

Büyük coşkulu kan: İlkokuldasın, akrabana gidiyorsun, karne günüdür. Motosikletli biri yanaşır bir evin sahanlığına. Kapısından adım atan öğretmeni tanımıyorsundur. Onu öldürecek kurşunun sesini duyarsın. Görmezsin kanı. Duyarsın bu defa. Akan, insan kanıdır. Akan kanın, bir insanın bütün hayatını değiştirdiğini biliyorsundur artık. Durursun. Bakarsın. Yürürsün. Yürümekten daha iyi bildiğin bir şey yoktur o vakitler. Şimdi sorsalar, gene yürümek mi dersin?

Rüyadasın: Çok yakının ölmektedir. Yoksa öldü mü? İki taziye yerinden (nedense) küçük olanına götürürler seni. Rüyada mısın? Bekleşirsiniz, herkes yüzüne bakıyordur. Ağlaman gerekiyor. Evet, karşında duranların senden ağlamak beklediğini biliyorsun, halen rüyada mısın? Ağlayamazsın ne kadar zorlarsan zorla. Mahcup olursun. Esas ağlaması gereken sensindir bu taziyede, neden ağlamıyorsun; kimse sormadan sen sorarsın. Ağlamaya ıkınırken fark edersin. Bu bir rüya. Bu bir rüya. Kan rüyayı bozuyorsa, kan görmeliyim. Tabutu sorarsın rüyanda karşındakilere. Hani sana ayıplayarak bakanlara. “Saçmalamasana,” derler. “Vuruldu, biliyorsun. Neyini göreceksin?” Israr kıyamet, günahınız boynuma, Allah billah görmem lazım dersin. Götürürler. Gacır gucur açılır tabut. Aha kan var orada işte! Bozuldu rüya. Uyanırsın. Bozuldu mu şimdi rüyan? Kolay mı uyanmak öyle, o kadar?

Kuzu, kuzu, bir daha kuzu. Alnımızda bir yer sızlayıp durur. Şarkının içinden “Manastır” geçer.


Mehmet Said Aydın Kimdir?

1983 Diyarbakır. Kızıltepeli. Türk Dili ve Edebiyatı okudu. Üç şiir kitabı var: “Kusurlu Bahçe” (2011), “Sokağın Zoru” (2013), “Lokman Kasidesi” (2019). “Kusurlu Bahçe” Fransızcaya tercüme edildi (2017). “Dedemin Definesi” (2018) isimli otobiyografik anlatısı üç dilli yayımlandı (Türkçe, Kürtçe, Ermenice). Türkçeden Kürtçeye iki kitap çevirdi. BirGün ve Evrensel Pazar’da “Pervaz” köşesini yazdı, Nor Radyo’da “Hênik”, Açık Radyo’da “Zîn”, Hayat TV’de “Keçiyolu” programlarını yaptı. Editörlük yapıyor.