YAZARLAR

Çaresiz bakiye: Ahmet Türk, Hasan Ocak, Veli Saçılık…

Dün, Hasan Ocak davası ‘zamanaşımı’na uğradı ve onu katledenler kesin olarak cezasız kaldı; devlet, daha önce bir kolunu çaldığı Veli Saçılık’ı kararnameyle işten attı ve Ahmet Türk 21 yıl sonra yine parmaklıklar arkasındaydı.

22 Kasım 2016 Salı günü… Dün… Erdoğan, Saray’da  yapılan Polis Akademisi Konferansı’nda konuşuyor, “Allah’ın izni ve yardımıyla” diyor, “yeni Türkiye’nin ufukta belirmeye başladığına inanıyorum.”

Bu ‘Yeni Türkiye’ kalıbı aslında eski bir parola. Ama bugün için, sağda MHP’nin tamamen yutulmasıyla oluşacak ‘büyük konsolidasyon’ ve bununla elde edilecek ‘Başkanlık rejimi’ hayallerini işaret ediyor bu parola. “Ufukta belirdiği” söylenen bu...

Fakat aynı konuşmada, ufukta yeni Türkiye’yi gördüğünü söylemeden hemen önce, dikkat çekici bir şey daha söylüyor Erdoğan: “Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki ileriye yürümezseniz yerinizde kalmazsınız; geride kalıp yok olursunuz.” Bunu büyük bir özgüvenle söylüyor. Dolayısıyla “ileriye yürüdüğünü”, “geride kalmadığını” düşünüyor olmalı.

Peki bu konuşmanın yapıldığı 22 Kasım 2016 günü neler oluyor Türkiye’de?

Sadece üç örnek: Gözaltında kayıpların sembol ismi Hasan Ocak davası ‘zamanaşımı’ndan düşüyor… 2000’deki cezaevi katliamında kolu koparılan ve kopmuş kolu sokak köpeklerinin ağzında bulunan Veli Saçılık bir Kanun Hükmünde Kararname ile kamudaki işinden atılıyor… Kürt siyasetçi Ahmet Türk, avukat görüşüne de izin verilmeyen gözaltında ikinci gününü geçiriyor…

Türkiye ‘ileriye’ doğru mu yürüyor? Bunu konuşabilmek için önce biraz ‘geriye’ yaklaşık 22 yıl önceye gidelim… 1995 yılına…

* * *

21 Mart 1995 günü, 30 yaşındaki bir genç, İstanbul Aksaray’da zorla bir polis otosuna bindiriliyor. Şu yakın geçmişte bir ara yeniden ‘seçim vaadi’ olmuş Beyaz Torosların zamanı. 10 gün önce Gazi Mahallesi’nde Alevilerin kahveleri taranmış. Halk sokaklara dökülmüş üstüne halk taranmış. Gazi Mahalleliler canını korumak için sokaklara barikat kurup kendi güvenliğini almak zorunda kalmış... İşte Aksaray’da bir Reno Toros’a zorla bindirilen genç de Gazi’deki bu direnişin içinde yer almış bir devrimcidir: Hasan Ocak.

Hasan Ocak’ın ailesi Dersimli, Alevi bir ailedir ve ‘devlet’i bilmektedir. O 21 Mart günü, kız kardeşinin doğum günü için eve erken geleceğini söyleyen, ama hiç gelmeyen Hasan’ı sormak için ilk iş olarak polise giderler. Doğru adrese gitmişlerdir ama yalan bir yanıt alırlar: “Bizde değil…”

‘Gözaltında kayıp’, yani polisin gözaltına aldığı bir kişiyi işkencede öldürüp bir yere atması, gömmesi, yok etmesi 1995’in bildik bir gerçeğiydi. Bu yüzden, Hasan’ın ailesi, arkadaşları, insan hakları savunucuları yılmadan, yorulmadan “Hasan Ocak nerede” diye sormaya başladılar. Anne Emine Ocak defalarca gözaltına alındı, darp edildi, “seni de oğlun gibi kaybederiz” diye tehdit edildi. Ve devlet, 58 gün boyunca, Hasan’a ilişkin kirli ‘sır’rını açık etmedi.

Oysa, Hasan kaybolduktan 5 gün sonra Beykoz Buzhane köylüleri bir cenaze bulmuş, Hasan Ocak’ın akıbetini sormak için vargücüyle bağıranları dövüp hırpalayan devlet, bu cenazeye kimlik tespiti yaptığı halde onun Hasan Ocak’a ait olduğunu her nasılsa anlayamamış ve ‘kimsesizler mezarlığı’na gömmüştü. Dışarıda binlerce insanın, devlet sopasına rağmen aradığı bir genci kimsesizler mezarlığına ‘saklamak’ devletin çaresiz bir kaçışıydı. Yakalanacaktı.

Ocak ailesi, Beykoz ormanında bulunup kimsesizler mezarlığına gömülen; işkenceyle öldürülmüş, boğulmuş ve yüzü tanınmasın diye parçalanmış cenazenin oğullarına ait olduğunu 15 Mayıs 1995 günü tespit etti. Hasan Ocak, gözaltında kayıplar konusunda mağdurların faillere en çok yaklaştığı vaka oldu. 12 gün sonra, 27 Mayıs 1995 günü, aralarında Hasan’ın annesi Emine Ocak’ın da olduğu  “Cumartesi Anneleri” Galatasaray Lisesi önündeki tarihi eylemlerini başlattılar

Hasan Ocak’ın cenazesinin teşhis edildiği o mayıs günü, Ankara’daki OSTİM sanayi sitesinde 17 yaşında bir çocuk gözaltına alındı. Kadın işçiler için yazılmış, "Devlete ve erkeğe köle olmayın" başlıklı bir bildiri dağıtıyordu. Tutuklandı. İsmi Veli Saçılık’tı… Ulucanlar’a, yani Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’ne konuldu.

Ahmet Türk, o aynı mayıs gününde, Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’nde yatıyor ve Hasan Ocak’ın cansız bedeninin bulunuşunu gazeteden okuyordu: Gözaltında kayıplara, yargısız infazlara aşina bir coğrafyada ışıklanmış gözleriyle… Sonradan mutlaka ismini duyacaktı, ama Veli Saçılık’la ‘aynı çatı’ altında olduğunun farkında değildi belki…

Veli Saçılık, o bildiriyi dağıttığı için hakkında açılan dava kapsamında 1999’da tekrar tutuklandı. Bu kez Burdur Cezaevi’ne konuldu. Bir yıl sonra devlet, dört duvar içine koyduğu insanların üzerine iş makineleri ve silahlarla gitti: “Hayata Dönüş” operasyonu yapıyordu. Duvarları yıkan bir iş makinesi, 23 yaşındaki Veli Saçılık’ın sağ kolunu omzundan kopardı.

* * *

O karanlık 1995’ten 21 yıl sonra, dün, Hasan Ocak davası ‘zamanaşımı’na uğradı ve onu katledenler kesin olarak cezasız kaldı; devlet, daha önce bir kolunu çaldığı Veli Saçılık’ı kararnameyle işten attı ve Ahmet Türk 21 yıl sonra yine parmaklıklar arkasındaydı.

‘Ufukta göründü’ dedikleri ‘yeni’ Türkiye, ‘eski’sinin tüm bakiyesini devralmış, artık yerinde bile saymayan, geriye doğru yürüyen bir ülkedir. Tek bir günün üç olayı, “ileriye yürümezseniz yerinizde kalmazsınız; geride kalıp yok olursunuz” diyen Erdoğan’ın sezgilerini haklı çıkarmaktadır. Hasan Ocak, Veli Saçılık ve Ahmet Türk, dün olduğu gibi bugün de Türkiye’nin ta kendisidir…


Hakkı Özdal Kimdir?

1975 yılında doğdu. İTÜ Malzeme ve Metalurji Mühendisliği'nden mezun oldu. 1996'dan itibaren, Evrensel Kültür dergisinde, Evrensel, Referans ve Radikal gazetelerinde editörlük ve yazarlık yaptı. Halen Yeni E dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yapıyor.