YAZARLAR

Cilalı şımarıklık devri

Bozcaada’ların artmasını istiyorsak bence yüksek perdeden, cicili bicili, cilalı şımarıklık devrinin de bitmesi lazım. Bizler, işe yaramak zorundayız.

Klasik “Ne olacak bu memleketin hali?” sorusu hiç bu kadar cevapsız kalmamıştı. Benim hatırladığım hiçbir dönemde gelecek bugünkü kadar belirsiz değildi. Zaten toplum olarak müneccimlik teşebbüslerinden uzaklaştık, yeni trend “Ne yapmalı?” sorusu oldu sanki. Pek çok insan ürkütücü ve bu sonu belirsiz hal ve gidiş ile ilgili bir şeyler yapmak istiyor. En azından böyle söylüyor.

Yanılmıyorsam bu harikulade bir potansiyel demek. Lakin, örgütsüzlük, sesi çok çıkan nihai bilgi pazarlamacıları, çokbilmiş sosyal medya yaygaracıları ve bütün olup biten fenalıklar eşzamanlı bir umutsuzluğu da barındırıyor tabii.

Bakınız Bozcaada zaferi bir miktar ferahlık yaydı. Adadaki bir arkadaşımın ifadesiyle “ev kadınları ütülerini bırakıp” mücadeleye gitti. Amaç için birleşildi. Kimse dönüp de “şuradaki AKP’li”, “beriki liboş”, “öbürküsü tırnaklarını kesmemiş” filan demedi. Akıllı, pragmatik ve yaratıcı olundu. Ve sonuç alındı.

Bozcaada’ların artmasını istiyorsak bence yüksek perdeden, cicili bicili, cilalı şımarıklık devrinin de bitmesi lazım.

HEDEF VE GEREKÇE

Eskimeyecek klişelerle konuşursam, mevzubahis vatansa “gerisi”ne saygı duyan, aklın yolunun bir olmadığı, sınırsız sayıda aklın birlikte yaşayabildiği bir hayata talip olmalıyız bence. Kölesiz efendiler olmalıyız. Bir zarar vermediği sürece herşey serbest olmalı. Bence Sitüasyonistlere, Yippie’lere esin kaynağı olan bu ortak muhayyiledir geleceğin muhalefetini inşa edecek olan. Yardımcı komutan Marcos’un (yahut Galeano mu demeliydim) pek güzel tarif ettiği gibi, “Biz iktidarı değil, özgürce dans edebileceğimiz sokakları istiyoruz!”

Bunun erkeni geçi başı sonu da yok üstelik. Yok öyle mutlak huzuru sağlayacak bir devrim. Marcos’tan başladık devam edelim: “Kavga bir çember gibi. Her bir noktasından başlar, ama asla bitmez”.

HAYRET MEKANİZMASI

"Ve her şey o kadar çoktu ki şaşırmak az gelirdi" demiş Edip Cansever. Buralarda her şey o kadar çok ki kimse bir şeye şaşırmıyor. İnsanların hayret edecek yerleri sancı dolu.

İnsan sadece doğru şeye hayret ederek pek çok şeyi değiştirebilir. Ama biz kitleler halinde Trump’ın kazanmasına, Erdoğan’ın, AKP’nin “hala” kazanmasına hayret edebiliyoruz. Her seçimde bir kere daha hayret etmeyi beceriyoruz üstelik. Halbuki en kolay açıklanabilir şey bu. Açıklanamaz milyon tane şey var hayret etmediğimiz. Ne bileyim zararı mutlak olan endüstriyel gıdalar serbestçe satılabiliyor. Tavuklar bir defter kağıdı boyda yerde birbirlerinin üzerine kakalarını yaparak hormonlar ve antibiyotiklerle zorla büyütülüyor. İşkencelerle yaşatılıp şinitsel haline getiriliyor ve bu yasal. Ve buna pek kimse hayret etmiyor.

Koka Kola gibi bir lastik parlatma aparatı, margarin gibi karıncaların beğenip yemediği kimyasalların bırakın satışını çocuklara reklamı bile serbest. Düşünsenize insanlar binlerce yıldır annelerinden öğrendikleri dili okulda göremiyorlar.

Yani bugün bütün günlük problemler bir sihirli değnekle çözülse bu sadece başlangıç olacak.

Ve biz bunların hiçbirine hayret etmiyoruz da felçli bir gülümseme sahibi, yerinde saymaktan başka bir vaadi olmayan Clinton’ın kaybetmesine şaşırıyoruz. Yahut başkanının oy kullanamamışlığı bulunan, kendi Cumhurbaşkanı adayına meclis başkanlığı seçiminde oy vermemiş, Kadir Topbaş’ın karşısına Sarıgül’ü çıkarmış CHP’nin kaybetmesine şaşırıyoruz.

SAHİCİLİK

1990 gibi Ağaçkakan diye bir dergi çıkardı. Pek güzel bir çevre dergisiydi. Çok kapı açmış, çok şeyin başlangıcı olmuştu. Ben de birkaç yazı yazmıştım. Editoryal kadro sağlamdı ama platformda yazan öyle birileri vardı ki tam felaket tellalı... Sesleri de çok çıkardı. Onları ben şahsen ciddiye alsam her türlü mücadeleyi ve yaşam gailesini filan bırakır Mister NO olmaya çalışırdım. Hayatımı kötü adamları dövüp güzel kadınlarla sevişmeye vakfederdim. Dünya birazdan çökecekse başka ne yapabilirim?

Başka herhangi bir çabayı içeride bırakmayan bir felaketti anlattıkları. Hem de yakın gelecek için. On sene gibi rakamlar verip bütün dünyada petrol bitecek diyorlardı yahu. Bu iddialar 25 sene önceydi ve ben daha dün benzin aldım.

Çevre olaylarını küçümseyelim demiyorum tabii ki. Elbette tehlikenin farkındayım. Ama uydurmak yahut kötümser tahminleri analitik veri kabul etmek suretiyle kitleleri harekete geçirmek bir taktik sayılamaz. İşe yaramaz bir ahmaklık sayılabilir ancak.

Sahicilik, inandırıcılık her alanda lazım. Yayınevine saldıran feministler, hayvan yiyene katil, faytona binene işkenceci diyen hayvan hakları aktivistleri filan ancak itici olabilir. Düşmanımız, mücadele ettiğimiz şey halk olamaz. Kitleler olamaz. Milyonlar olamaz. Karşımıza almamız gereken erkekler değildir, erkeklik suçlarıdır. Hayvan yiyenler değildir, hayvan yenmesidir. Faytona binenler değildir, faytonun varlığıdır, faytona binilmesidir. AKP’ye, Trump’a oy verenler değildir, AKP’nin Trump’ın temsil ettiği şeylerdir.

MESNETSİZ ÖFKE, KAPRİS

Ahmet Altan’ın, Şahin Alpay’ın, Ali Bulaç’ın ve diğerlerinin CHP heyetine söylediklerini okudunuz mu? Hepsi iç burkucu şeyler. Adamlar hapiste ve hayatlarında yazı yazmaktan başka bir şey yaptılarsa o ancak omlet filan olabilir. Fakat onların bu hallerine sevinmekle kalmayıp sinir kusan yığınla klavye aktivisti var. Güya muhalif.

Kısmen tekrar olacak ama buraya da gerekli. Trump’a, AKP’ye oy verenlere saydıran milyonlar var. Sanırsınız kendileri oylarını Rahibe Teresa’ya veriyorlar. Devlet Bahçeli kadar dahi matematiğe hakim olmayan bu insanlar hangi plan için olursa olsun ulaşmaları, uzlaşmaları, anlaşmaları, en azından kendilerini ifade etmeyi becermeleri gereken kitleyi küfür ederek yola getirebileceklerini düşünüyorlar. Yahu bugüne kadar aşağılandığı ve hakaret gördüğü için nedamet getiren birisine rastladınız mı siz?

Öfke yaratıcılığı kamçılayabilir. Lakin kapris eşliğinde olursa sıkıcılığı kamçılar. Herkesin çevresinde öfkelenecek yeterince sahici şey var. Onları bulsun.

Mücadele bir çember, döner durur, bitmez demiştik. Herkes kendine göre bir şeyler bulabilir. Bence kendi hayatını değiştirmeye çalışmak, sunulan hayatın sınırlarını zorlamak, haksızlığa her hal ve şartta karşı çıkmak, iyimser olmak, mazlumun yanında ve dik durmak hepimizin ödevi. Bu kadarı bile küçümsenmeyecek iş. Ne bileyim Cumhuriyet Gazetesi’ne gidip nöbet tutmak, gözaltındaki seçilmişlere, yazarlara kart atmak, Duvar, Diken, T24, Mediascope gibi yayınları yaygınlaştırmaya çalışmak, Şırnak’ta Cizre’de evi yıkılanlarla, hukuksuz kapatıldığını düşündüğünüz TV, STK, insan ve gazetelerle dayanışmak, ve bütün bunları küçümsememek kreması olabilir.

Bozcaada benzeri bir dayanışmayla Cumhuriyet gazetesinin satışını 300 binlere çıkarsak bütün dünyada ne kadar büyük ve örnek olay olur, ne kadar çok işe yarar tahmin edebiliyor musunuz?

İmkansızı istemeye hiçbir itirazım yok. Ama imkansızı gerçek diye yutturma romantizmi Julio Iglesias eşliğinde karanlıkta çakmak sallayanların olsun. Bizler, işe yaramak zorundayız.


Metin Solmaz Kimdir?

1969′da doğdu, Ankara’da büyüdü. İstanbul, Fethiye, Lapta, Lefkoşa ve Bodrum’da yaşadı. 1990 yılından bu yana yazılı basında ve muhtelif internet sitelerine yazıyor. siberalem.com, idefix.com, Overteam ltd ve Ağaçkakan Yayınları kurucularındandır. Kitapları: Kenardaki Milyonerler (1992, Korsan), Rock Sözlüğü (1994, Pan) Türkiye’de Pop Müzik (1996, Pan), Türkiye’ye Ait 100 Büyük Yanılgı (2015, Ağaçkakan), Erken Adam Hikayeleri (2016, Pan), 100 Ne Olacak Bu Memleketin Hali (Hazırlayan, 2016, Ağaçkakan) Facebook: MetSolmaz | Twitter: @metinsolmaz