YAZARLAR

Nobel ne işe yarar?

Bob Dylan'ın ödülü Orhan Pamuk gibi yaygın bir sevinç dalgasıyla karşılandı. Çünkü 60'ların protest ruhunu hâlâ üzerinde taşıyan Dylan'ın milyonlarca hayranı var. Sevdiğiniz biri ödül aldığında hayranlığınızın onaylanmış olması halini yaşarsınız ya işte öyle. Dylan hayranlarının yaşadığı bir tür zafer sevinci...

Nobel Edebiyat Ödülü’nü fazla abartmamak lazım. Ama küçümsemesek de iyi olur. Dünyanın en önemli edebiyat ödülü bu. 1901’den bu yana ödülü alanların önemlice bir kısmı artık hiç okunmayan, hiç bilinmeyen isimler. Fakat içlerinde dünya edebiyatının temel taşları da var. Bob Dylan da şimdi dünya edebiyatının bu en önemli isimleri arasına katılmış oldu. Ona ‘şarkı sözü yazarı’ demek gereksiz bir saldırganlık. Neticede Bob Dylan denildiğinde Amerikan kültürünün ikonik sanatçılarından birinden söz ediyoruz. Şarkıları sadece müziğiyle değil ve belki daha çok sözleriyle kendini kabul ettiren, dolayısıyla şarkıcıdan çok bir tür ‘ozan’ sayılan birisi. Nobel ödülünü veren İsveç Akademisi’nin bu yılki tercihinde biraz tabu deviren bir yan da var. Aslında kamuoyunda fazla tanınmayan, ömürlerini romanlar, şiirler arasında geçiren İsveç Akademisi üyelerinin gayet muhafazakar ve ‘dediğim dedik’ adamlar ve kadınlar olduğunu düşünebilirsiniz. Öte yandan tüm dünyanın dikkat kesildiği, sonuçları için iddiaya girilen bu ödül hakkında bazen çok şaşırtıcı kararlar verdikleri de muhakkak. Herkesin Murakami alacak diye beklediği bir yıl tam tersi sadece ülkesinde tanınan bir şaire, Tomas Tranströmer’e bu ödülün verilmesi mesela… Aslında 2006’da Orhan Pamuk’un alması da böyle sürpriz bir karardı. Çünkü Akademi, bu kadar genç ve kariyerinin zirvesinde isimlere tarihinde pek az ‘olur’ vermişti. Orhan Pamuk o yıl tüm dünya dillerine çevrilen İstanbul kitabıyla fırtına gibi esiyordu. Sadece 54 yaşındaydı ve biraz da ülkesindeki politik çıkışlarıyla kendinden söz ettiriyordu. (Unutmayalım ki Bob Dylan şu sıralar 75 yaşında ve bir kez daha Nobel komitesi ‘bugüne kadar aklınız neredeydi?’ eleştirilerinin de muhatabı oldu.)

İsveç Akademisi hakkındaki genel kanaat, toplumsal sorumluluk yüklenen yazarları sevdiği yönündedir. Soljenitsin’den başlayıp, Jose Saramago’yu, Günter Grass’ı ve Gao Xingjian’ı kapsayan pek çok yazarın aldığı ödülde muhalif kimliğinin de önemli rol oynadığı söylenir. Öyleyse bile mahsur yok. Çünkü bunun düşünce ve ifade özgürlüğüyle ilgili bir yanı, politik kimliklerle dayanışma ve entelektüel sorumlulukları özendirme gibi bir yanı var. Ama tabii, 2012 yılındaki Nobel’in sırf Çin Hükümeti’nin baskıları yüzünden Mo Yan’a verilmiş olması da can sıkıcı bir söylenti. O zaman, Fransa’da yaşayan sürgün yazar Xingjian’ın aldığı ödüle çok bozulan Çin’in kalbini tamir etmek için on iki yıl sonra Komünist Parti ile arası gayet iyi olan Mo Yan’ın ödüllendirildiği dedikoduları yapılmıştı. Aslında Mo Yan, Türkiye’de Nobel’in tanıttığı yazarlar listesine girebilecek bir isim. Ne sebeple ödül vermiş olurlarsa olsunlar, her bir kitabı 600-700 sayfadan az olmayan bu masalsı Çinli yazarın romanları Nobel sayesinde hızla Türkçeye çevrildi ve hepimiz bayıla bayıla okuduk. Bundan sonra da okuyacağız gibi görünüyor. Nobel sayesinde tanıdığımız bir diğer yazar ise Jose Saramago. Kitaplarını Adnan Özer’in yayın yönetmeni olduğu Gendaş Yayınları basmaya başlamıştı ama Nobel ödülü kaderini değiştirdi. 1998’den beri en sevdiğimiz yazarlardan biri. Bütün kitapları tekrar tekrar basıldı. O da kendisinden bir yıl önce aynı ödülü alan Dario Fo gibi, ironisi ve hicvi bol bir komünist yazardı. (Kaderin garip bir cilvesiyle Dario Fo tam da Bob Dylan’ın Nobel Ödülü’nün açıklandığı 13 Ekim’de hayata veda etti.)

Bob Dylan’ın ödülü Orhan Pamuk gibi yaygın bir sevinç dalgasıyla karşılandı. Çünkü 60’ların protest ruhunu hâlâ üzerinde taşıyan Dylan’ın milyonlarca hayranı var. Sevdiğiniz biri ödül aldığında hayranlığınızın onaylanmış olması halini yaşarsınız ya işte öyle. Dylan hayranlarının yaşadığı bir tür zafer sevinci…

İsveç Akademisi’nin bu kararına dudak bükenlerin temel gerekçesi Dylan’ın bir edebiyatçı değil de müzisyen olması. Onun edebiyatının da müziğine hizmet ettiğini savunuyorlar. Aslında bu, sanatlarda ‘disiplinlerarası’ anlayışın 20 senedir ortalarda gezindiği bir dünyada pek de etkili bir argüman değil. Yine de mesela New York Times’ın sanat editörü Anna North gibi tavrını anında ve net koyanlara da kulak vermek gerek. North, ‘Bob Dylan Nobel Edebiyat Ödülü’nü hak etmemiştir’ diye başlayan yazısını şöyle bitiriyor: “Bob Dylan’ın edebiyat dalında bir Nobel ödülüne ihtiyacı yok; ama edebiyatın bir Nobel ödülüne ihtiyacı çok. Ne yazık ki bu yıl o ödülü alamadı.”

Şimdi ortalığı Dylan’ın kitapları kaplamayacak, çünkü fazla yok. Bir roman denemesi ‘Tarantula’, tüm şarkı sözlerinin yer aldığı bir kitap ve anılarını kaleme aldığı ‘Chronicles’ var. Hepsi de Türkçede yakında çıkar. Ama tabii ki Dylan’ı anlatan kitapların sayısı, Dylan’ın kitaplarından çok daha fazla. Bu da edebiyatta pek rastlanan bir durum değil…

1953’de 2. Dünya Savaşı kahramanı Winston Churchill’e, anıları bahanesiyle verilen ödülden sonra en unutulmaz ve en tartışmalı edebiyat ödülü bu olacak, belli. Bob Dylan ise bu tartışmalara katılmayacak. Guardian’ın haberine göre ödül açıklandıktan bir gün sonra Las Vegas’ta verdiği konserde konuya hiç değinmemiş. Her zamanki gibi seyirciyle neredeyse hiç diyalog kurmadan şarkılarını söylemiş ve sahneden inmiş. Hatta muhabir onun sahnedeki halini ‘hıyar gibi sakin’ diye ifade etmiş. (İngilizce’de heyecansız için kullanılan bir deyim, ‘cool as cucumber’.) Bu halini 2014 İstanbul konserinden çok iyi hatırlıyorum. Sanki müzisyen olmaktan çok şair olmakla övünen bir Dylan vardı karşımızda. Şarkılarının tümünü ileri yaşına göre düzenlemişti ve mırıl mırıl adeta şiirlerini okuyordu. Hepimiz de halimizden memnunduk.

Bundan sonra onun şarkılarını sadece dinlemeyip aynı zamanda okuyacağız da. Çünkü onlar dünyanın en önemli edebi metinleri aynı zamanda. İşte Nobel de bu işe yarar.