YAZARLAR

Üzüldük ama...

Tarık Akan, herkesin çok sevdiği bir insan mıydı? Değildi... Bugün, bunu iyice anladık ki, bir sürü seveni var, bir o kadar sevmeyeni var, nefret edeni var, boş boş konuşanı var.

Bundan daha güzel bir şey olabilir mi yahu?

Bütün akıllıların, cahillerin, iyilerin, kötülerin, saygısızların, düzgünlerin, kıskançların, manyakların hepsi, bir kişiyi aynı şekilde sevebilir mi?

Birileri size sinir oluyorsa, arkanızdan atıp tutuyorsa, sizi görünce fenalaşıyorsa, selam vermek zorunda kaldığında, yüzündeki kaslar istemsizce oynuyorsa, ne mutlu size!

Herkesin çok sevdiği bir insan olduğunuzu düşünüyorsanız, ortalama bir insansınız demektir. Hiç iz bırakmamışsınız. Fikrinizi hiç söylememişsiniz. Hiçbir şeyi umursamamışsınız. Hiçbir şeyin arkasında durmamışsınız. Hiç kavga etmemişsiniz. Hiç kapıyı çarpıp çıkmamışsınız. Masadaki tabakta kalan son böreği, hiç mideye indirmemişsiniz. Yalakalık yapmışsınız. Eve gelen misafirin çayı bitince, anneniz gözleriyle “kalk çay doldur” demeden, hep mutfağa koşmuşsunuz. Bütün kurallara uymuşsunuz. Hep öğretmeninin çalışkan öğrencisi, ailesinin bir tanesi olmuşsunuz. Kıskanılacak hiçbir farklı yanınız yok. Renksizsiniz. Suskunsunuz. Ot gibi gelmiş, gidiyorsunuz. Ne kokuyorsunuz, ne bulaşıyorsunuz.

Tarık Akan, böyle değilmiş ki, herkesin çok sevdiği olmamış... Ferit, Hakan, Ferdi, Necmi, Orhan, Nurettin, Şivan, Seyit Ali, Bilal, Mişka Dede olmuş. Bir şeyler yapmış, kendine bir yol seçmiş, hep o yolda yürümüş. Daha duble yolları, otobanları tercih etmemiş.

Öldüğüne üzülebilmek için, bu kadarı yetmez mi? Seçtiği yolun bazı bölümlerinin yanlışlığını tartışmaya, kimlerle arkadaş olduğuna bakmaya, neye inandığını sorgulamaya ihtiyaç var mı? Abartmadan, kendi kendimize üzülsek olmaz mı?

Hiç üzülmeyenler, hatta çok sevinenler var.

Gidince şeytanla neler konuşacağını tahmin edenler, cehennemde kaç derecede yanacağını bildirenler, çok pişman olacağına inananlar var. Bu inananların, ellerinde hazır tuttukları iyi ve kötü cümleler bulunuyor. Biri ölünce, ölenin kim olduğuna ve ne tarafta durduğuna bakıp, uygun olan cümleyi yapıştırıyorlar.

Sonra, büyük bir iş başarmış olmanın huzuruyla işlerine bakıyorlar. Toplam 5 dakikalarını alıyor bu iş. Bulundukları çevrede alkışlar, beğeniler alıyor ve “sen de bizdensin” konumlarını koruyorlar. Bir sonraki ölüme kadar rahatlar.

Bir de “üzüldüm ama”cılar var. Bunlar, o hiç üzülmeyenlerden daha üzücü. Bazı durumlarda, “ama”sız üzülemiyorlar çünkü.

Üzülmüşler ama birileri Tarık Akan için “devrimci” demiş, o kadar da değilmiş. Onların da çocukluk aşkıymış ama şu eylemde neredeymiş? Onun filmleriyle büyümüşler, çok üzülmüşler ama resmi ideolojiyi savunması hoş değilmiş. Onların kuşağın idolüymüş, ölümü üzücüymüş ama mücadelede hep eksik kalmış, bunu da unutmamak gerekirmiş.

Yani sadece “üzüldüm” yazsalar tesiri yok, sussalar gönül razı değil.

İşin kötüsü, bu iş öbürlerindeki gibi, 5 dakika da almıyor. Düşünüyorlar da düşünüyorlar. “Ama”dan sonrası, onların da gelecek günlerdeki konumunu belirleyecek çünkü. Dikkat etmek lazım. Bir üzülme yüzünden, belki birilerini kızdıracaklar, belki de hayal kırıklığına uğratacaklar. Sonra gelsin özeleştiriler, gitsin kendi içinde bölünmeler, bölünmeler...

Hayat akıp gidiyor... Ölenler ölüyor, ölmeyenler bölündükçe bölünüyor.


Reyya Advan Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. 13 yıl, İstanbul’da çeşitli uluslararası reklam ajanslarında, reklam yazarlığı yaptı. Çocuk hikâyeleri ve masallar yazdı. İstanbul’un trafiğine ve nem oranına daha fazla dayanamayarak, Ankara’ya geri döndü. 2009’da, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğretim görevlisi oldu. Reklamcılık, yazarlık, sunum teknikleri gibi alanlarda dersler veriyor. Kurbağalara olan abartılı ilgisi dışında, normal bir insan.