YAZARLAR

Mesele bienal değil, Çanakkale'nin rantı

Çanakkale Bienali'ne yönelik saldırı çağdaş sanatçılar arasında "Acaba sıra bizde mi?" tedirginliği doğurdu. Ancak Çanakkale özelinde konuşursak ortada "sanattan daha önemli" çekişmeler var.

Son bir haftada 90'lardan bu yana gelişen çağdaş sanat dünyamızda Beral Madra'nın önemini tekrardan belirtme ihtiyacı duyduk. Gerek var mıydı diye sorulabilir, demek ki varmış. Malum haberler sayesinde Beral Madra biyografileri dolanmaya başladı. Şuradan mezun oldu, şöyle önemli projelerde yer aldı diye... Madra her ne kadar son yıllarda İstanbul merkezli sanat çalışmalarından geri çekilip yerel bienallere odaklansa da aktif sanat yaşantısıyla birçok çalışmaya imza atıyor.

AK Parti Çanakkale Milletvekili Bülent Turan'ın tweetleriyle başlayan süreç, partinin Çanakkale il teşkilatının açıklaması ve tabi ki Ak trollerle devam etti. İlginç bir şekilde organizasyonunun tamamına dair değil Madra'ya dair direkt bir saldırı gerçekleştirildi. Ki Madra'yı eleştiren bazı açıklamalarda da etkinliğin şehir açısından önemine dair vurgular da vardı. Ben buradan Çanakkale Bienali'nin şehirde kalıcı bir etki yaratmış olduğunu anlıyorum.

Madra'nın da küratör olarak katkı koyduğu Çanakkale Bienali başta olmak üzere, Sinopale ve Mardin Bienali gibi yerel bienaller çağdaş sanatın İstanbul dışında da gelişebileceğini gösterdi. Özellikle halk katılımının gözetildiği bu bienaller bir zamanların modası olan yerel film festivallerine alternatif bir oluşum haline geldi. Belediyelerin ve kamu kurumlarının sorunlu sanat anlayışlarını tekrar tekrar söylemek artık işe yaramıyor. İstanbul Kültür Sanat Vakfı'nın hazırladığı Yerel Yönetimler İçin Kültürel Planlama kılavuzu ve İstanbul Bilgi Üniversitesi tarafından yayımlanan Yerel Kültür Politikaları El Kitabı: Adımlar, Araçlar ve Örnekler kitabı dünyadaki örneklerle Türkiye'dekiler arasında rol modellerine dair önemli çıkarımlarda bulunsa da öneriler işe dönüşemedi. Belediye Başkanı'nın inisiyatifiyle gerçekleşen ve güçlü bir kurumsallığı olmadığı için bir süre sonra sönümlenen etkinlikler dizisinden başka elimizde bir şey kalmadı. Yerel bienaller çağdaş sanat gibi halen korkulan bir sanatı yerele indirmek konusunda önemli adımlar attı. Ancak halk katılımının ölçüsü, yereldeki diğer dinamiklerin katılımı, özel sektörün dahli gibi konular bir türlü açılamadı. Çanakkale Belediyesi'nin Türkiye'de pek örneğini görmediğimiz kalitedeki açıklaması belediyenin bienalin devamlılığını istediğini ortaya koymasına rağmen bahsettiğim sorunları çözememek malum sonu getirdi.

Çağdaş sanat Türkiye'de çoğunlukla iktidardan korunaklı bir alan oldu. Bunda da çoğunlukla devlet ve kamu kurumlarından çok özel sektörden destek görmesi sebep oldu. Belli örnekler dışında sansür ve çağdaş sanat ilişkisi diğer sanat dallarındaki kadar yoğun yaşanmadı. Ancak son dönemde özel sektör destekli kurumlarda da direkt sansür vakalarıyla karşılaşır olduk. Çanakkale Bienali'ne yönelik saldırı da çağdaş sanatçılar arasında "Acaba sıra bizde mi?" tedirginliği doğurdu. Sıra bizde mi, bilemeyiz. Ancak Çanakkale özelinde konuşursak "sanattan daha önemli" çekişmeler olduğu kesin. Çanakkale Körfezi'ne yapılması planlanan köprü projesiyle özellikle yerel gazeteleri bir heyecan sarmış. Sakin bir kıyı şehrinden yatırımcıların dahil olacağı bir mega kente doğru yol almak isteyen Çanakkale'nin yerel yönetiminin de CHP'de kalması AK Parti tarafında pek istenen bir şey gibi durmuyor. İleriki dönemlerde Çanakkale Belediyesi üzerine çok daha fazla haberle karşılaşabiliriz.

Beral Madra her ne kadar 90'lı ve 2000'li yıllarda kurucu misyonuna sahip işler yapsa da son dönemde eskisi kadar heyecan veren çalışmalar yapamaz oldu. Sanat dünyasının kurumsallaşması ve profesyonelleşmesi sayesinde yeni aktörler doğdu. Madra da çalışmalarını uluslararası platformlarda ve Çanakkale Bienali gibi farklı şehirlerde devam ettirdi. Bu dönüşüm de Madra'nın sanat dünyamıza katkılarının farklı biçimlerde devam edeceğini, hatta etmesi gerektiğini gösterir. Tabi bu noktada iş dönüş dolaşıp Beral Madra'yı savunmaya geliyor. Son zamanlarda zaten devamlı birilerini savunmak durumunda kalıyoruz. Birinin yanında duruyoruz, birileriyle dayanışma gösteriyoruz, hashtag açıyoruz. Yapılması gereken bir yandan bu. Ancak bir taraftan da kişileri, sosyal medya iletilerini, kime oy verdiğini savunmaktan yapılan işleri, kurumsallaşmayı ve örgütlenmeyi tartışmaya geçemiyoruz.