Bu Suikastçı'dan başarılı suikast çıkmaz!

Suikastçı’nın ilk bakışta, politik yapısı sağlam, başarılı bir polisiye-ajan filmi olması için gerekli alanı ve zemini var gibi gözüküyor. Ancak ne içerik ne de görsellik açısından sınıfı geçemeyen bir hikaye ortaya çıkıyor...

Google Haberlere Abone ol

Yönetmen Michael Cuesta’nın 'Suikastçı'sı, bir ajan-polisiye film tarzını günümüzün politik ve sosyal olaylarına bulayarak güncel ve sağlam bir altyapıya oturtmaya çalışan başarısız ve yavan bir yapım. Daha ilk karesinden itibaren başta Amerikan gizli istihbaratı (CIA) olmak üzere bütün Amerika ortak değerlerini savunan kurumları zaman zaman öven, hatta yücelten ve bunun yanında aksiyon sahneleri sunarak heyecan yaratmaya çalışan ancak ne içerik (ideolojik) olarak ne de görsel biçim açısından sınıfı geçemeyen, basmakalıp bir hikaye ve karakterlere sıkışıp kalan, gösterim sonrasında hemen unutulmaya mahkum bir film!

Mitch (Dylan O’Brien), sevgilisi Katrina ile birlikte, İspanya’nın İbiza kıyılarında rüya gibi bir tatil geçiren genç bir ajandır. Tam sevgilisine evlenme teklif ettiği gün, sahil terörist bir grubun saldırısına uğrar ve sevgilisi gözleri önünde vurularak öldürülür. Olayın şokunu bir türlü atlatamayan Mitch aylar sonra, CIA’nın Genel Müdür yardımcısı Irene Kennedy’nin (Sanaa Lathan) dikkatini çeker ve onun tarafından işe alınır. Ajanlık yeteneklerini daha da geliştirmek için Soğuk Savaş ‘gazisi’ Stan Hurley (Michael Keaton) tarafından çok sert bir eğitime tabi tutulan Mitch, bir süre sonra askerleri ve sivilleri hedef alan terörist saldırıları araştıran ve önlemeye çalışan bir ekibe dahil olur. Bu sırada eski bir ajan tarafından çok tehlikeli bir bombanın çalındığını öğrenirler. Ortadoğu ülkeleri arasında 3. dünya savaşını başlatabilecek boyutta olan bu bombayı bulmak ve onu çalan kişiyi yakalamak için bir operasyon içine girerler. Zaten çok zor olan bu görev, çift taraflı çalışan ajanlar yüzünden daha da tehlikeli hale gelir.

SUİKASTÇILAR SADECE ABD'Yİ Mİ HEDEF ALIR?

Suikastçı’nın ilk bakışta, politik yapısı sağlam, başarılı bir polisiye-ajan filmi olması için gerekli alanı ve zemini var gibi gözüküyor. Başlangıç noktasını 11 Eylül olayında bulan ve günümüzde dünyanın değişik yerlerinde patlak veren DEAŞ ve benzeri terörist grupların saldırıları, Soğuk Savaş dönemi sonrası Rusya yerine bir baş düşman arayan Amerikan sineması için bulunmaz bir fırsat. Her ne kadar bu korkunç saldırılar dünyanın değişik yerlerini vursa da Hollywood sineması bunu biraz ABD özeline indiriyor ve bu konuyu işleyen filmler çekiyor. Suikastçı mevzuyu biraz zenginleştirmek için ana karakter Mitch’i içinde bulunduğu olay karşısında bir ikileme sokmaya çalışmış. Mitch’in bu terörist gruplara karşı mücadelesi başta sevgilisini öldüren ve hayatını mahveden bazı ‘terörist başlarına’ karşı bir intikam tarzındayken olayların akışıyla "teröristlerin tümüne karşı bir milli savaş" haline dönüşüyor. Doğal olarak zamanla bu ikinci yolun daha önemli olduğuna karar veren kahramanın yaşadığı bu ikilem, bizce filmin benzerlerindeki karakterlerin yaşadığı tereddütlerin (örneğin Jason Bourne serisi) yanında çok zayıf ve çok yüzeysel kalıyor. Karakter, bir sistemin parçası olmasını sorgulamıyor, sadece sistemin bir parçası olmak istiyor. Her ne kadar "teröristlere karşı" verilen bu savaş sonuna kadar haklı olsa da, CIA’nin (bu filmde) bazen yasal olmayan ve biraz başıboş adımlar atması ana karakter açısından hiç önem taşımıyor ve Mitch neredeyse asil bir haçlı seferine çıkmış gibi lanse ediliyor. Üstelik filmin baş düşmanları arasında sadece teröristlerin değil bunları dolaylı olarak destekleyen ve bağlantıda olan İran Hükümeti de olduğu düşünülürse…

FAZLA TANIDIK KARAKTERLER VE DURUMLAR

Filmin bu sıkı militan ideolojik yanı dışındaki vaat ettiği aksiyon sahneleri de minimal düzeyde işlenmiş. Ne Mitch’in gördüğü sert eğitim, ne düşmanlarıyla yaptığı kavgalar, ne de yaşadığı sözüm ona sıkı takipler, daha önce çok daha parlaklarını gördüğümüz sıradan, basmakalıp ve hiçbir şekilde göz doldurmayan sekanslar. Yumruk yumruğa geçen kavgalarda koreografiler zayıf (örneğin Atomic Blonde filmi bu açıdan göz dolduruyordu), Mitch’in gördüğü özel eğitimi çok kısa ve hiçbir özel yanı olmayan bir şekilde görüyoruz ve film birçok değişik şehirde ve ülkede geçmesine rağmen (İspanya kıyılarından başlayarak, İstanbul (!), Roma vs.) bu mekanların ruhu ve görsel gücü filmin hikayesine nüfuz etmiyor.

Filmdeki karakterlerin portrelerinin çizilme şekli ve özellikleri de ne yazık ki neredeyse acınacak seviyede basmakalıp ve aşağı seviyede… Sırasıyla geçmişinde travma yaşayan ancak yeni bir fırsat yakalayan genç bir kahraman, yaşam yorgunu, görmüş geçirmiş ama işinin ustası olan bir yol gösterici (Mentor), operasyonun beyni olan soğuk ve profesyonel patron, kahramanın ortağı haline genç ve güzel bir kadın ve son olarak eskiden içlerinden biri olan ancak sonra tamamen karşı tarafa geçmiş bir baş düşman gibi çizilmiş portrelerin daha önce ne kadar sık karşımıza geldiğini belirtmemize bilmem gerek var mı?

Sonuç olarak Suikastçı, polisiye-aksiyon filmlerine meraklı sinemaseverler de dahil hiçbir seyirciyi tatmin etmeyen, hiçbir görüntüsü ve karakteriyle aklımızda yer etmeyecek, ideolojik olarak şişkin ama kof ve yavan bir yapım. Suikastçı’ye ancak türün koşulsuz meraklılarının ve beklentisini düşük tutanların katlanabileceği düşüncesindeyiz.

AMERİCAN ASSASSİN / SUİKASTÇI

Yönetmen: Michael Cuesta

Oyuncular: Dylan O’Brien, Michael Keaton, Taylor Kitsch, Scott Adkins, Sanaa Lathan, Shiva Negar, David Suchet, Mohammad Bakri…

Ülke: ABD