Emekliye sevk vakti gelmiş

Bourne serisinin son halkası vizyona girdi. Serinin hayranları hikayenin mitolojisinde bir derinlik bulamayacaklar ama aksiyon arzularını giderebilirler.

Google Haberlere Abone ol

Şenay Aydemir  [email protected]

DUVAR - Robert Ludlum’un romanından sinemaya uyarlanan “Geçmişi Olmayan Adam” (The Bourne Identity, 2002) huzurlarımıza çıktığında heyecan verici bir casus/aksiyon hikayesi ile karşı karşıya kalmıştık. CIA’deki özel bir programın parçası olarak ölüm makinesine dönüştürülen Jason Bourne’un ‘sıfır’ hafıza ile kendisine geldiği andan itibaren hem onun kimliğini yeniden kurma macerasını yakından takip ettik hem de soluk soluğa akan bir aksiyonun izini sürdük. 2004’te “Medusa Darbesi” (The Bourne Supremacy), 2007’de ise “Son Ültimatom” (The Bourne Ultimatum) geldi. İlk filmin yönetmen koltuğunda oturan Doug Liman, daha sonraki filmlerde bu görevi Paul Greengrass’a devretti.

Bu görev değişiminin serinin temposundan fazla bir şey kaybettirmediğini belirtmek gerek. Bunda asıl faktörün yönetmenler değil, senaryoda imzası bulunan Tony Gilroy’a ait olduğunu, bu hafta gösterime giren “Jason Bourne”u izledikten sonra çok daha net anlıyoruz. Greengrass’ın partner olarak daha önce hiçbir senaryoya imza atmamış Christopher Rouse’ı seçmiş olması filmin kaderini de belirlemiş gibi duruyor. “Jason Bourne”a geçmeden önce bu karakterin doğuşu ve temsil ettiği şeyler hakkında birkaç kelam etmekte yarar var.

BOND'LA NEDEN KARŞILAŞTIRILDI?

‘Düşman’ mitolojisi tamamıyla soğuk savaş üzerine kurulu ‘casusluk’ temalı sinema, soğuk savaşın ardından yeni düşmanlar yaratmakta biraz zorlandı. Kimi zaman ‘silah kaçakçıları’ kimi zaman ‘saf’ kötü adamlar bu işi üstlenseler de bir türlü aranan düşman bulunamıyordu. Hoş şimdilerde ‘terör’ meselesi türün kurtarıcısı haline geldi de biraz olsun nefes alabildiler. İşte bu ahval ve şerait içinde Jason Bourne’un ortaya çıkışının özel bir anlamı var. Bourne’un belleksizliği ve geçmişiyle kopan bağları, bir anlamda klasik casusların yaşadıkları kimlik bunalımıyla özdeşti. Soğuk Savaş koşullarına göre kodlanmış CIA yapısının yeni bir konsept üretmedeki çabaları arızalar vermeden duramazdı. Bourne işte bu krizin cisimleşmiş ismiydi bir bakıma. Dolayısıyla onun CIA içindeki bazı ‘eski tüfeklere’ karşı verdiği mücadele aynı zamanda ‘casus’ karakterlerinin de kimliğinin yeniden inşa süreci anlamını taşıyordu. Kaldı ki her filmde Bourne’un içerideki bağlantıları ve destekçiler yenilikçi yüzleri temsil ediyordu. Artık eski usul casusluk devri kapanmıştı, yeni olanın ne olduğunu ise bu mücadele ortaya çıkaracaktı. Bourne’un en çok da James Bond ile karşılaştırılması bu yüzden oldu. Çünkü ‘majestelerinin ajanı’ da bu süreçte kendisini yenilemek zorunda kalmıştı.

TEK FARK: SOSYAL MEDYA

Aradan dokuz yıl geçtikten sonra karşımıza gelen bu dördüncü film (2012’de çekilen ve bu seriye dolaysız bağı olana ama bağımsız bir hikaye anlatan Bourne’un Mirası’nı bir yana koyarsak) önceki hikayeler üzerine koyabilecek çok fazla malzemeye sahipti bu nedenle. Ancak, bunu başardığını söylemek çok güç. Evet, film iki saatlik süresine rağmen hissedilen süresini yarım saatte tutmayı başarıyor. İzleyiciyi hayran bırakacak bir tempo ve aksiyon söz konusu. Bazı sahneleri nasıl çektiklerini anlamak zaman alıyor. Fakat film önceki hikayelerin üzerine hiçbir şey söyleyemiyor. Hatta ikinci ve üçüncü filmin kalıplarını tekrar etmekten öteye gidemiyor. Tek fark, aradan geçen zamanda ilerleyen teknoloji ve sosyal medyanın da bu kez devreye girmesi. Ama hem CIA’in kötü adamları hem de Jason Bourne’un meseleleri çözme yöntemi aynı.

HAYRANLARINI ÜZEBİLİR!

2007’de bıraktığımızda hafızası büyük oranda geri gelmiş olan Bourne’un geçmişinde açılan kapının çok da heyecan yarattığını söylemek zor açıkçası. En nihayetinde babasının geçmişi ve onunla kurduğu ilişkiye dair bilgiler öğreniyoruz ki, bunun emareleri daha önceki filmlerde verilmişti. Bu bakımdan “Jason Bourne”un CIA’nın kirli işlerini ortaya döken bir ajan olmaktan çok artık emekliliği gelmiş ama hala arıza çıkaran birisine dönüşmesini izlemek de serinin hayranları için üzücü olabilir.

Tabii Matt Damon’un yeniden seriye dönmesi sevindirici. Tommy Lee Jones, rolü çok klişe ve seriden tanıdık olduğu için eli kolu bağlı oynuyor. Hırslı CIA yöneticisini canlandıran Alicia Vikander bu serinin en büyük artısı olarak yazılabilir.

Özetle, Bourne serisinin hayranları hikayenin mitolojisinde bir derinlik bulamayacaklar büyük ihtimalle ama aksiyon arzuları fazlasıyla giderilecek.

ORİJİNAL ADI: Jason Bourne

YÖNETMEN: Paul Greengrass

OYUNCULAR: Matt Damon, Tommy Lee Jones, Alicia Vikander, Vincent Cassel, Julia Stiles, Riz Ahmed

YAPIM: 2016, ABD

SÜRE: 123 dk.

VİZYON TARİHİ: 29 Temmuz 2016