Tanrının ülkesi Marakeş

Trendeyim. Daracık bir kompartımanı sekiz buçuk kişi paylaşıyoruz, ufak Sahara’yla birlikte. İstikametimiz kızıl şehir; yani Berberi dilinde 'Tanrının Ülkesi' anlamına gelen Marakeş… 

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Trende tam karşımda ismi Fatima olan, 24 yaşında güzeller güzeli bir kadın ve kucağına boylu boyunca uzanmış üç yaşındaki kınalı kuzusu oturuyor; onların yanında ise iki Faslı adam bir kâğıda bir şeyler yazıyorlar. Benim yanımda da daha yeni mimarlıktan mezun olmuş 20’lerinde bir genç kız var ve biz Türkiye’deki ‘liberal İslam felsefesi’ni konuşuyoruz… İlginç fikirler dönüyor bu konuda… Bizim hakkımızda ne kadar çok bilgi sahibi olduklarını görünce şaşırıyorum.

Tren garı. Tren garı.

Faslılarla ile ilgili ilk izlenimlerim; çoğu insanın enfes denecek güzellikte olmaları… Hemen hepsinin saçları kömür kadar siyah, son derece gür ve kıvırcık, ama insanı rahatsız eden kıvırcıklardan bahsetmiyorum. Bakınca insanda dokunma ve parmaklarını geçirme isteği uyandıran dalgalardan bahsediyorum. Yüzleri çizilmiş gibi; iri gözler, dolgun dudaklar, simsiyah neredeyse kaşlarına değen kirpiklerle çevrili kocaman esmer gözler, güçlü bir burun ve çene yapısı… Birbirlerine çok benziyorlar.

Fas kesinlikle ilginç bir ülke. Afrika’da olmasına rağmen yemyeşil. Bu nedense bana son derece şaşırtıcı geliyor, artık ben Afrika’yı nasıl hayal ettiysem… Şehir dışında yolculuk ediyoruz. Her yer yemyeşil düzlüklerden oluşuyor. Hiç bu kadar çok ve değişik kaktüsü bir arada görmemiştim. Dağlık bir alanda değiliz ama kıraç tepeler var. Daha çok kayalıklara benziyorlar. Renksiz…

Atlas Dağları’nın eteklerinde yer alan Marakeş, çocukluğumdan beri hep görmek istediğim şehirler kervanındaydı. Bu yüzden Kazablanka’dan bindiğim ve 10 saat süren bu tren yolculuğu boyunca oldukça heyecanlıydım. İlk dilleri Arapça olmasına karşın, çocuklardan tutun herkes Fransızca konuşuyor. Eğer Fransızca bilmiyorsanız, İngilizcenizle burada yaşamanız gerçekten zor. Ancak standartları yüksek yerlerde İngilizce konuşan personele rastlayabiliyorsunuz. Eğer iletişimde güçlüyseniz, aynı dili konuşmamak engel değil tabii. Onların sizi anlamak için gösterdiği çaba, sizin kendinizi ifade edebilme isteğinizle eşdeğer… Fransızcayı sevmeme rağmen, burada Fransızca konuşulmasının tek sebebinin Fransa’nın sömürgesi olmasından kaynaklandığını bilmek biraz sinirime dokunuyor doğrusu. Bu insanların kendi dillerinden sonra başka bir ülkenin dilini öğrenmek zorunda bırakılması, eğitim açısından fevkalade olmakla beraber etik açıdan kesinlikle yanlış. Aynı şeyleri Hindistan’ın ikinci resmi dilinin İngilizce olmasından dolayı da hissediyorum. Elbette sömürgeciliğin girdiği ülkeleri gerek ulaşım-ticaret-eğitim, gerek ekonomik büyüme ve saygınlık gibi konularda son derece ileriye taşımasına karşın, onlardan aldıkları, sömürdükleri, götürdükleri çok şey var… Bu apayrı bir yazı konusu tabii…

Marakeş tam anlamıyla kırmızı bir şehir. Tüm mimari yapıları kiremit rengi ve bu şehre bambaşka bir hava katıyor. Gizemli bir atmosfer ama şehrin insanı rahatlatan bir duygusu var. Kaos şehrin bir parçası ama Hindistan’dan sonra buradakine kaos demek haksızlıkmış gibi geliyor bana. Çünkü buradaki kaosta bir düzen mevcut. Buranın halkı ve yaptıkları her şey sanatla ilgili… İçlerinde saklı olan tutkuyu sadece yapılarında değil, el sanatlarında ve dokundukları her şeyde hissedebiliyorsunuz.

Çeşitli ülkelerden gelen sanatçıların çoğunun yolunun bir kez bile olsa Fas’a düşmesinin ya da buralardan ev almalarının sebeplerinden biri bu şehir ve buranın güzel insanları… Buradan birçok ünlü geçmiş zamanında. Yves Saint Laurant veya Versace gibi dünyaca ünlü dizaynırlar komşu olmuşlar Marakeş esnaflarıyla. Haklarında pek çok rivayet anlatılmakta… Kısaca Zeki Müren için Bodrum neyse, Marakeş de onlar için öyleymiş. Birçok Fransız pop şarkıcısı, ünlü İtalyan dergi editörleri, sinema sanatçılarıyla hatta Madonna’yla bile sokaklarda karşılaşmak ya da yan yana pansiyonlarda kalmak çok doğal.

yves Yves Saint Laurant evi.

Buradaki oteller ya ‘dar’ ya da ‘ryad’ olarak adlandırılıyor. Bunlara daha çok misafir evleri diyebilirsiniz. Bildiğiniz otellerden çok farklı. Gerçekten de evlerde kalıyorsunuz ve neredeyse tüm evler nefes kesen birer tarza sahip. Herşey büyük bir dünyaya açılan ufak bir kapıyla başlıyor. Kapının önüne geldiğinizde neyle karşılaşacağınızı bilmediğinizden önce bir şaşalıyorsunuz. Kapı dediğiniz öyle alelade bir kapı değil tabii... Onlara sadece kapı demek neredeyse hakaret gibi… Yine de farklı olmasına karşın, o kapıyı açtığınızda adeta masalımsı bir dünyaya gireceğinizi düşünemiyorsunuz.

Buradaki tüm yalnız kapılar, içlerinde şahane bir dünya barındıran bir avluya açılıyorlar. Avluları oldum olası sevmişimdir. Nedense kendilerinin duvarlardan daha çok anlatacakları şeyleri olduğunu düşünüyorum. Son derece gizemliler ve sır saklamayı biliyorlar. Her yeri bembeyaz ama üzerleri rengarenk işlerle süslü duvarlarla kaplı, dışarıdaki sıcağın buraya girmeye cesaret edemediği kadar serin ve tam ortasında portakal ağaçlarının dikili olduğu bir avlu düşünün. İçeriye adımınızı atar atmaz, geçirdiğiniz şoktan sonra hissettiğiniz tek duygu; huzur.

Sanırım beyazı ilk burada sevdim ben. Üzerinde diğer renkleri en iyi taşıyan renkmiş meğer. Yerler, merdivenler, tavanlar bile rengârenk. Her şey birbirine geçmiş ve karmakarışık olmasına rağmen yine de muhteşem bir ahenkleri var. Beyaz hakimiyetini koruyor ve diğer renklerin gölgesi altında kalmıyor ama diğer renkler de beyazın liderliği altında ezilmiyorlar ve haklarını saygı uyandıracak derecede koruyorlar. Canlı yeşiller de geldiler mi içlerine, değmeyin keyiflerine… Öyle şurada kalın, bunları yiyin diyen seyahat yazarlarından olmamama rağmen, burada kaldığım yeri yazmadan geçemeyeceğim; evin ismi ‘Ryad El Borj.’ Borj, tahmin ettiğiniz gibi burç demek… Kale anlamında… Demin sözünü ettiğim avlu hikâyesi ilk burada başlıyor işte. Kapısı ise Marakeş’in en dar sokaklarından birinde saklanmış. Daha o sokağa adımınızı atar atmaz bir masalın içine daldığınızı hissediyorsunuz aslında.

Fas yemekleri bence çok lezzetli. Bizim damak tadımıza yakın ama değişik. Farklı mezelerden oluşan salata çeşitleri var. Hepsi bir tepside geliyor ve benim favorim patlıcandan yapılan her şey. Ünlü yemeği ise, kuskus. Bildiğimiz kuskustan çok farklı. Daha çok ince bulgurdan yapılan bir yemeğe benziyor. Birçok çeşidi var; etli, tavuklu, sebzeli ve sade soslu. Dünyaca ünlü naneli çaylarından bahsetmeden geçmek olmaz; servisi bile bir ritüel gibi… Asla aceleye getirmeden içmeniz gerekiyor, sindire sindire…

tatlilar

Bu arada kurabiye ve pastalar şehrin beni en çok şaşırtan taraflarından biriydi… Hayatımda yediğim en güzel acı bademli kurabiye ve pastaları burada yedim diyebilecek kadar ileri gidebilirim. Bana çok ilginç gelen her yerde salyangoz satılıyor olması ve her restoranda çorbasını içebilmeniz… Hani Müslüman mahallesinde salyangoz satılmazdı?

Kaldığınız yerden dışarı çıktığınızda sizi direk ‘souk’ dedikleri ve her çeşit dükkânla çevrili devasa bir labirent kucaklıyor. Kucaklıyor derken abartmıyorum. Kilometrelerce uzanan dükkânları var. Çeşit çeşit ve rengârenk. Bizim Kapalıçarşı’dan kat kat büyük ama kapalı değil! Hala gözlerinizin önünde sanatlarını icra eden ustalarla karşılaşabiliyorsunuz. Özellikle elbiseleri güvelerden korumak için kokulu sedir ağacından yaptıkları oymalı figürleri elleri ve ayaklarını kullanarak yapışları gerçekten takdire değer… Kol kola girmiş dükkânlarda gördüğünüz her şeyi alıp eve götürmek istiyorsunuz. Eğer namaz vaktinde giderseniz ‘souk’ları daha rahat gezebiliyorsunuz. Bu arada kanınızın son damlasına kadar pazarlık etmeyi unutmayın!

Buradaki tek tehlike, o daracık sokaklardan geçerken yüzlerce motosikletlinin size rahat vermemesi… Neredeyse arkanıza bakmadan yürüyemiyorsunuz. Çocukluktan çıkmış herkesin altında motor var. Meydanın tam ortasında yürürken sağınızdan solunuzdan atlı arabalar, kamyonlar, motorlar, atlar ve eşeklerin geçmesi son derece doğal. Yürümeye devam edin sadece, merak etmeyin size hiçbir şey olmayacak ama ‘Attension’ kelimesini duyduğunuz anda kendinizi yana atmanız gerekiyor… Bir de gece tek başınıza dışarılarda dolaşmanızı tavsiye etmiyorum, şehir turistik olmasına rağmen halen yeterince güvenilir değil…

Jemaa el-Fnaa Meydanı (Fotoğraf: Vikipedia) Jemaa el-Fnaa Meydanı (Fotoğraf: Vikipedia)

Marakesh’in en ünlü meydanı Jemaa el-Fnaa; her gece kılık değiştiren bir meydan burası… Gündüz vakti dekoratif arabalarda taze portakal, limon ve greyfurt suları satanlar ve etrafını çeviren turistik restoranlardan oluşan kocaman bir meydanken, geceleri bambaşka bir ruha bürünüyor. Akşam saat 19:00’dan sonra yüzlerce ışıl ışıl araba, yanlarına masa ve banklar konularak açık hava restoranlarına dönüyor.

Fakat iş sadece bununla kalmıyor; meydanda boş buldukları her yere yayılan davullu neyli çalgıcıları ve çığırtkanlarıyla özellikle turistlerin dikkatini çekmeye çalışan akrobatlar, cambazlar, maymun terbiyecileri, şifacılar, kınacılar, falcılar, dövmeciler, dansçılar, şakacılar, hikâye anlatıcılarıyla tam anlamıyla masal kitaplarından fırlamış, neredeyse başınızı kaldırdığınızda gökyüzünde uçan bir halı göreceğinize emin olduğunuz egzotik bir dünyaya dönüşüyor. Aniden binlerce insandan oluşan bir dalganın içine doğru çekiliyorsunuz, nerede olduğunuzun, nereye gittiğinizin kiminle olduğunuzun hiçbir anlamı kalmıyor; sadece size yabancı olan bu güruhu izleyerek, içlerinde ve bu masalın sayfalarında kaybolmak istiyorsunuz.

Herkes son derece arkadaş canlısı… Sizi çekiştiriyorlar lakin Hintliler gibi eteğinize yapışmıyorlar. ‘Hayır’dan kesinlikle anlıyorlar, ilkinde olmasa bile ikincisinde arkalarını dönüp gidiyorlar. Fazla gururlular! Bazen canınızı sıksa da bu yapışkan ısrarlar, sadece para kazanabilmek için tek çarelerinin o ısrar olduğunu düşündüğünüzde, bir anda yumuşuyorsunuz.

Şehrin görülmesi gereken yerleri arasında, Bin Yusuf Medresesi, Moujerelle Bahçesi, eski sarayları, La Mamounia Oteli ve Koutobia Minaresi var; Eyfel Paris için ne anlam ifade ediyorsa, bu minare de Marakesh için aynı… Fas’taki camilerin mimarisi gerçekten inanılmaz ama camilerin en çok dikkat çeken tarafı minareleri. Bizim camilerden farklı olarak, minareleri kare şeklinde, daha geniş ve büyükler. Renkler ve sanat yine başrolde… Lakin söylemeden geçemeyeceğim; bizim ezanların gözünü seveyim, her saatin ezanının makamı farklıdır ve sesi güzel olmayan müezzin neredeyse yoktur. Burada ise durum bayağı acıklı; bir kere ezan okumuyorlar, direkt çığırıyorlar. Son sesleriyle bağırıyorlar, öyle ki yataktan korkuyla fırlıyorsunuz sabahın köründe…

Majorelle bahçesi. Majorelle bahçesi.

Bana kalsa, buraya geldiğinizde müzeleri, medreseleri ve camileri gezeceğinize vaktinizin çoğunu sokaklarında, Jemaa el-Fnaa Meydanı’nda ve şehrin kırmızılığında kaybolarak, avluların serinliğinde bedeninizi huzurun ellerine teslim ederek geçirin derim.

En’ler listesi

Dağlardaki Berberi kamplarını ziyaret edin.

Çölde Bedevi çadırlarında bir gece geçirin.

Atlas Dağları’nda kayak yapın.

Golf oynayın.

Fas tatlılarını deneyin.

Tanımadığınız bir Faslıyla nane çayı paylaşın.

Kültürel aktivite ve festivaller

Ocak: Uluslararası Marakeş Maratonu

Şubat: Coupe de l’Info Kayak şampiyonası

Şubat / Mart: Marakeş Bienali

Mart: Fas Rallisi, Sihir Festivali, AWTÂR Haouz Kültür Festivali

Mayıs: Marakeş Grand Prix

Haziran: Sirklerin, çeşitli oditoryumların, Bedevi çadırları ve müziklerinin yer aldığı Uluslararası ‘Awaln’art’ Sanat Festivali

Temmuz: Fas Ulusal Popüler Sanat Festivali

Ekim: Es Saadi Sarayı’nda yapılan Marakeş Sanat Fuarı

Aralık: Hollywood ünlülerinin katıldığı Uluslararası Marakeş Film Festivali

Etiketler Gezi Fas Marakeş Berberi