Biyolojik silah üretilebilir mi?

Araştırmacı olarak genom çalışan Prof. Dr. Ömer Gökçümen, New York Üniversitesi’nde ekibiyle birlikte evrimsel araştırmalar yapıyor. Dr. Ömer Gökçümen’le psikolojimizin, sosyolojimizin, antropolojimizin biyolojik temellerini konuştuk.

Google Haberlere Abone ol

[email protected]

Orbay Soydan

Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde doktora sonrası araştırmacı olarak genom çalışmalarına başlayan Prof. Dr. Ömer Gökçümen, bugün New York Eyalet Üniversitesi’nde ekibiyle birlikte evrimsel ve antropolojik genetik araştırmalar yapıyor. Gökçümen, “beynin ana yapısı ve beynin gelişiminin genler tarafından belirleniyor” diyor. Türkiye’deki genom araştırmalarınında önde gelen isimlerinden olan Dr. Ömer Gökçümen’le psikolojimizin, sosyolojimizin, antropolojimizin biyolojik temellerini konuştuk.

ave

Genom bize neyi anlatıyor?

Genomun önemli olmasının iki tane nedeni var: Birincisi, kalıtım molekülü olması. Yani her nesil neredeyse hiç değişmeden yarısı babadan yarısı anneden olmak üzere çocuğa aktarılıyor. Böylece genomumuza bakarak atalarımızın genomları, yani tarihimiz hakkında bir fikir sahibi olabiliyoruz. Bu atalar 300-500 sene önce yaşamış bir ailenin genomları olabilir veya iyice, milyonlarca yıl geriye gidip şempanze kuzenlerimizle paylaştığımız atalarımızın genomları da olabilir. Bugün, bir genomu üç bin veya 3 bin 500 liraya bugün bunları laboratuvar ortamında hızlıca okumamız mümkün ve bu elimize tarihi yepyeni bir açıdan anlamak için müthiş bir araç veriyor.

İkincisi, genomlarımız sadece bir imza gibi hücrelerimizde durmuyor. Aynı zamanda biyolojik olarak önemli işlevleri var. Aslına bakarsanız genom üzerinde 3 milyar harf olan bir sicim. Bu harfler gen dediğimiz cümleleri meydana getiriyor. Hücre bu cümlelere bakarak proteinleri üretiyor. Proteinleri ise vücudumuzun mühendisleri veya çalışanları olarak düşünebilirsiniz. Mesela oksijen taşıma görevini üstleniyorlar, derimizin yapıtaşlarını oluşturuyorlar, göz rengimizi ortaya çıkarıyorlar. Özetleyecek olursak genom hem bizim nesilden nesile aktarılan kalıtım molekülümüz, hem de neden bizim biyolojik olarak nasıl gelişeceğimizi şekillendiriyor.

'BEYİNDE BAŞLAYIP BEYİNDE BİTİYOR'

Genetik insan davranışlarını anlamlandırmak için bir araç olarak kullanılabilir mi?

Benim gibi dünyayı bilim ile anlamlandıran insanlar için bizim davranışlarımızın başlangıcı da sonu da beyinde başlayıp beyinde bitiyor. Beynin ana yapısı ve beynin gelişimi aynı diğer organlarımız gibi genler tarafından belirleniyor ve daha sonar içinde olduğumuz aile ve kültür ortamı içinde şekilleniyor. O nedenle tabii ki atalarımızdan aldığımız genlerimiz davranışlarımıza yansıyor demek mümkün.

Fakat burada kültürün büyük etkisini unutup bir kalıtımsal determizme saplanıp kalmamalıyız. Örneğin, günümüzdeki inanılmaz teknolojileri kullanarak bile tam olarak hangi genetik işaretlerin davranışları ve dolayısı ile insan kişiliğini etkilediğini tam olarak bilemiyoruz. Ama 3 milyar harf içerisinde bir tane harfin IQ veya sosyalleşme gibi davranışlar ile ilişkisinin olduğunu bulan çalışmalar var. Son beş yılda bunların tam olarak nasıl çalıştığıyla ilgili oldukça ilerlemeler oldu. Ortaya çıkan sonuca göre yüzlerce değişik cümle ile yüzlerce değişik varyasyonun birleşip bizim davranışımızın genetik temelini oluşturduğu şeklinde. Ancak ortaya çıkan, yüzlerce genetik işaret ve tam olarak kodlayamadığımız nice kültürel öğeyi içeren tablo o kadar karmaşık ki, bunu çözümlemek için bilim camiası olarak daha zamana ihtiyacımız var.

Suç geni diye bir şey var mı?

Dediğim gibi şu an elimizdeki veriler çok muğlak olduğundan net bir şey söylemek mümkün değil. Ama aynı otizm gibi agresiflik veya sinirliliğin belli insanlarda daha fazla görüldüğünün işaretleri var. Bu biraz da nörolojik rahatsızlık yaşayanlar için geçerli. Vahşi suçlar insanlar grubuna baktığımızda ve normal popülasyona sahip insanlarla karşılaştırdığımızda bazı genetik işaretlerin tecavüzcülerde daha fazla görüldüğünü görüyoruz. Ama bu o işaretleri taşıyan herkes suç işleyecek anlamına gelmiyor. Tam tersi olarak, o işaretleri taşımayan bir çok insan da suç işliyor. Dahası, hepimizin tahmin edebileceği gibi, insanların yetiştiği kültür suç işleme yatkınlığının önemli bir parçası.

Yani suçu genetik işaretleri önceden öngörüp insanları daha suçu işlemeden içeri atmak gibi bir durumun en azından yakın gelecekte olacağını öngörmüyorum. Benim için kabus olmayan senaryoya göre gelecekte bir gün psikologlar veya psikiyatrlar ilaçlarını ve telkinlerini seçerken insanları suça meyilli yapan genetik faktörleri dikkate alacaklardır.

Gen haritası nedir?

Genom dediğimiz zaman önce şunu bilmeliyiz: İnsanların genomları aşağı yukarı birbirinin aynısıdır. Sadece binde bir değişiklik vardır. Bu binde bir değişiklik önemli sonuçlara yol açıyor. Fakat 20 sene önce bırakın birbirimizin arasındaki farklılıkları genel olarak 3 milyarlık genomumuzun tek bir kişideki harflerini bile bilmiyorduk. Bugün ise bunları baştan sona okuyabiliyoruz. Örneğin, bugün ben sizin genomunuzu alsam veya şirkete göndersem 800-900 dolarlık bir sekansta atalarınızın Orta Asya’dan mı, Orta Doğu’dan mı yoksa Avrupa’dan mı geldiğini ya da ne tür farklılıklarımızın olduğunu öğrenebilirim.

'AYNI GENETİK YAPI ŞEMPANZELERDE DE VAR'

Peki nasıl oluyor da benzer genomlar farklı canlılar ortaya çıkarıyor?

Bırakın iki insan arasındaki genleri şempanzelerle bile çok benzer genomlar taşıyoruz. Mesela bazı insanlarda beş tane, altı tane gen ve protein beraber çalışıp beynin bir kısmındaki nöronları belli bir şekilde harekete geçiriyor. Aslında aynı genleri taşıyan aynı yapı şempanzelerde de var. Ama onlarda bu yapı daha kısa sure çalışıyor bebeklik ve çocukluk sırasında. Bizim ise daha çok çalıştığı için beyin kapasitemiz ve muhtemelen dil kapasitemiz muazzam şekilde artıyor. Bazı inanlarda da o yapılarda sorun oluyor ve şempanzeye daha yakın bir yapı oluşuyor. O yüzden bazı insanların beyin kapasiteleri iyi gelişmiyor ve biz bunları genetik veya gelişimsel hastalıklar olarak gözlemleyebiliyoruz.

Asıl değişiklik muhtemelen büyüme ve gelişim anında. Yoksa şempanzeler ile insanlar arasında 20 bin tane ortak gen var. O genlerin neredeyse hepsi biriyle aynı. Ama bizim kemiklerimiz daha kuvvetsiz, kaslarımız çok daha zayıf ama bir şekilde beyin hücrelerimiz daha fazla ve birbirleriyle daha fazla bağlantı kuruyorlar.

İlkel kabileler yüksek yerlere ve ağaç tepelerine yerleşim kurarlarmış. Bu onlar için güç sembolüymüş. Bugün de yüksek binalar güç ve medeniyet sembolü olarak görülüyor. Bu durumda DNA’mız dürtüsel davranışlar sergilememize mi neden oluyor?

Bizim psikolojimizin, sosyolojimizin, antropolojimizin biyolojik temelleri olduğuna inanıyorum. Bazı araştırmacılar erkek savaşçı öğesinin kalıtsal, dolayısı ile genomda kodlanmış bir insan öğesi olduğunu düşünüyorlar. Hatta sizin dediğiniz yüksek binaları penis gibi seksüel kavramlarla ile ilişkilendirenler var. Sizin dediğiniz gibi yüksekliğin bir yücelik olması, Piramitler veya Empire State binası bununla ilişkilendiriliyor. Ben bu konuda biraz çekimserim.

Bunlar enteresan hipotezler fakat bunları çok net şekilde diyebilmemiz için şu proteinin yüksekliği yüzünden insanlar genelde yüksek şeylere bakarken şu tip bir hormon salgılıyorlar diye bilmemiz lazım. Belki bu tip konularla ilişkili olabilecek bazı genleri biliyoruz ama o genleri hangi proteinler regüle ediyor, o proteinler ne yapıyor ve nasıl yapıyor bunları şu an için söyleyemiyoruz. Elimizde fazla veri olmadığı için, özellikle politik olarak ciddi ve negatif etkileri olabilecek bu tip hipotezlere dikkatli yaklaşmak kanaatindeyim.

Diğer bir deyişle, erkekler zaten şöyledir veya toplumlar zaten biyolojik olarak ataerkildir gibi büyük çıkarımlar yapacaksak, bunu arkamızda verilerden ve deneylerden bir dağ olduğu zaman yapmamız gerektiğini düşünüyorum. Aksi takdirde 19-20. Yüzyıl Avrupa’sının düştüğü ve hala çıkmaya çalıştığı ırkçılık bataklığına benzer düşünsel bataklıklara saplanırız.

genetik736

Genoma göre bizi iyi ve kötü yapan nedir?

İki üç tane enteresan insan özelliği var. Birincisi, topluluk olarak yaşayamayan hiçbir insan grubu yok. Bu toplulukların bazı özellikleri birbirine çok benziyor. Mesela öyle anlaşılıyor ki empati beynin bir özelliği. Empati eksikliği her toplumda bir sorun teşkil ediliyor. Bilim öncesi toplumlar da bile bir ahlak ve kısasa kısas, her yaptığınızın bir sonucu olması, insanların başkalarının dertlerini ve mutluluklarını paylaşmaları genel geçer bir insan gerçekliğidir. Muhtemelen bunlar beynimizde bir şekilde kendiliğinden oluşuyor. Şunu biliyoruz ki bir iki yaşındaki bebekler bile karşısında birini döven ya da kötü davranan birilerini görünce rahatsız oluyor.

Aynı şekilde bu özellik maymunlarda da var. Çok enteresan bir deney var: İki maymunu yan yana alıyorlar. İstenilen bir şeyi yaptıklarında bunlara salatalık veriyorlar. Bunlar da mutlu oluyorlar. Bir sonraki sefer ise bir maymuna salatalık diğer maymuna muz veriliyor. Ama maymunlar muzu daha çok seviyorlar. Salatalığı alan salatalığı yiyor ama yan gözle de muzu alana bakıp huysuzlanıyor. Bir sonrakinde yandaki maymun muz alıp kendine salatalık verilince salatalığı araştırmacıya fırlatıyor, agresifleşiyor. Ve buradan şu çıkarım yapılıyor: Maymunlarda bile adalet anlayışı var. Yani adalet anlayışı 25 milyon yıl önceki atalarımızda da vardı.

Adalet günümüz insan toplumlarını da ayakta tutan bir davranış. İnsanlar muhtemelen genomlarında adalet, empati gibi özellikleri ve muhtemelen küçük toplulukların birbirine kenetlenmesi ve diğerlerine karşı gard alması gibi özellikleri taşıyorlar. Diğer yandan çok datamız yok ama zenofobi, yani grup dışındakilere karşı oluşan psiko-kültürel tepkilerin biyolojik temelleri olabilir.

Ama bu biyolojik temelin üzerine yüzlerce katmer kültürel ve gelişimsel bir sürü şeyin eklenmiş olduğu gerçeğini göz ardı etmemiz anlamına gelmiyor.

Peki günümüzün savaşçı toplumları ile geçmişteki avcı toplumlar arasında bir psiko-kültürel ilişkiden söz etmek mümkün mü?

Bazı bilim insanları Amazon'daki ilkel kabilelere bakarak şiddetin insan doğasının genetik olarak dışa vurumu şeklinde yorumluyorlar. Bunun da nedeni bu kabilelerin neredeyse gereksiz bir ritüel olarak birbiriyle savaşması. Bu savaş esnasında hangi erkeğin daha kuvvetli olduğu, daha ‘damızlık’ olduğu anlaşılıyor ve bu da seksüel seleksiyon için gerekli görülüyor.

Bunu genellersek bugün direkt şiddet belki yok ama psikolojik şiddet var. Örneğin; bir iş yerinde “ben senden daha iyiyim, çünkü ben senden daha çok maaş alıyorum” gibi durumlar ortaya çıkabiliyor. Bunu şiddetin genetik iz düşümü olarak anlamlandıranlar var. Böyle olması da mümkün. Ama yine de bunların hepsi hipotez. Çünkü avcı toplayıcıların 200 bin sene önce tam olarak nasıl yaşadıklarını bilmiyoruz. Bugün davranışlarımız büyük çeşitlilik gösteriyor ve kültür genlerden daha önemli. Yine yukarıda bahsettiğim gibi bu tip genel geçer ve politik olarak anlamı büyük olan hipotezlerin dikkatlice incelenmesi ve verilerle desteklenmesi gerekiyor.

Daha çok medeniyet daha az şiddet demek mümkün mü?

Aksine daha çok medeniyet daha çok şiddet gibi bir durum var. Özellikle 1900’lerin başında evrim teorisinin yanlış bir anlamlandırılması ile birlikte, Avrupa’da kültürel evrim kavramı çok ortaya çıktı. Yanlışlığı bugün aleni olan kültürel evrim, ‘ilkel’ insanın içgüdü ile hareket eden, vahşi ve ahlaksız bir varlık olduğunu ama daha sonar evrimleşerek bir İngiliz beyefendisine dönüştüğünü söylüyordu. O yüzden bir İngiliz beyefendisi evrimsel olarak bir Afrikalı veya Asyalıdan daha evrimleşmişti. Halbuki bugün biliyoruz ki bu görüşün bilimsel temeli yok. Ancak, bu yanlış görüş İngilizlerin Hindistan’da sistematik olarak kolonizasyon için kullandığı veya Amerika’da olagelen ırkçı vahşeti onamıştı.

Yani teknoloji geliştikçe şiddet azalmıyor, sadece değişik formlara giriyor. Hem geçmişe baktığımızda herkes birini öldürüyor gibi bir durum söz konusu değil. Mesela bildiklerimiz; milyonlarca yıl önce yaşayan atalarımız da aynı bizim gibi iki sene üç sene çocuklarına yakın bakıyorlar, besliyorlar, muhtemelen altlarını temizliyorlar, yaşlılarına bakıyorlar, adam ayağını kırmış ölecek bile olsa hiçbir kazanımları olmadığı halde ailenin bireyi olarak ona değer veriyorlar. Ama aynı zamanda 50 bin sene önce bile bir kısmının şiddetle direkt birbirini öldürdüğünü gösteren arkeolojik kanıtlar da var. Yani şimdiki toplumlardan pek farklı değillermiş gibi görünüyorlar.

İyisi ile kötüsü ile, hem muazzam bir şiddet potansiyelini, hem de hepimizin umudu olan bir iyilik ve hoşgörü potansiyelini tüm insan toplumları içinde taşıyormuş gibi duruyor.

BAKTERİDEN BATARYA YAPILDI

Biyolojik kusurlarından arındırılmış yeni bir insan türü yaratmak mümkün olur mu?

Her şey mümkün. Ama burada iki tane örnek vermek istiyorum. Birincisi, bütün Avrupa’da 1930 ile 1950 arasında bunun ahlaki olarak olması gerektiği düşünülüyordu. Bu düşünce o zamanın politik durumu ile harmanlanarak Nazi İdeolojisine dönüştü. İkincisi, Amerika’da 1970’lere kadar alkoliklerin, katillerin, tecavüzcülerin ve fahişelerin kalıtsal özellikler yüzünden bu davranışları sergilediği düşünülüyordu ve bir çok eyalette bir çok insan sterilize edildi. Gerçekten şöyle bir veri vardı muhtemelen: Amerika’nın bazı bölgelerinde suç çok fazlaydı ve burada babası hapiste olan çocuğun hapse girmesi çok yüksekti.

Fakat birilerinin sterilize olması için yeteri kadar veri yoktu. Ayrıca günümüzde biliyoruz ki, bu tip suç meselelerinde genetik arka plan kültürel arka planın yanında çok küçük kalıyor. Yanlış bilim politikleşince çok üzücü sonuçları oluyor. Bu demek değil ki, bu tip bilimin önü kesilsin, belki bir gün hastalıklarımızdan arındığımız bir gelecek olabilir.

Dahası, genomları değiştirmenin insan dışında da çok fazla pozitif etkisi olabilir. Diğer yandan bakterileri üretip bakterilerden enerji üretmek, veri depolamak süper insan yaratmaktan daha yakın. Mesela yakında bakterileri tamamen modifiye etmeye başlayacağız. Ben bu tip bir bakteri istiyorum diyeceğiz ve o tip bir bakteri olacak. Bunu yesin, şunu yapsın, şunu üretsin bundan sonra ölsün gibi. Daha yeni New York'ta bulunan Binghamton Üniversitesi’nde bakteriden batarya üretildi.

Peki bu alanda sizi en çok heyecanlandıran gelişme hangisi?

Son iki-üç yılda ciddi gelişmeler yaşadık. Bakterilerin kendilerini virüslerinden koruması için yaptığı bir protein bulundu. Bu protein ile spesifik olarak 3 milyar harften istediğimiz yeri seçip modifiye etmeyi becerdik. Bu da biraz hem korkutucu hem de çok heyecan verici bir şey. Mesela, büyüme hormonunun bağlandığı ana proteinin bir küçük bir büyük çeşidi var insanlarda. Kendi labımda bu çeşitlerin neden insanlar arasında olduğunu göstermek için 3 ay içinde bir küçük birde büyük çeşit büyüme hormonu reseptoru taşıyan fareler yaratmayı başardık. Böylece insanlardaki çeşitliliğin biyolojik etkisini farelerde gözlemleyebileceğiz.

Belki büyüme zorlukları çeken çocuklara yardım edebileceğiz, belki de evrimsel tarihimizle ilgili enteresan bilgilere ulaşacağız. Bu inanılmaz bir teknoloji. Burada şu önemli; fare ile insan biyolojik olarak aynı derecede karmaşık. Yani biz bunu aslında teknolojik olarak insanda da bu tip değişiklikleri aynen yapabiliriz

Teorik olarak artık herhangi bir insanın embriyosunu alıp onun istediğimiz yerlerini değiştirip istediğimiz forma sokabiliriz. Ama şurada birkaç tane sorun var: Örneğin, çok zeki bir insan yaratmak istiyoruz ama hala hangi genetik çeşitlilikleri yaratalım ki insan zeki olsun bilmiyoruz. İkincisi şöyle durumlar ortaya çıktı: Biz bu deneyleri yaparken 10-15 tane fare öldü. Böyle bir şeyi kolaylıkla insanlar üzerinde yapmak mümkün değil. Ama ilerde bu sorunlar da çözülecektir. Şu an insan genleriyle domates genleriyle oynadığımız gibi oynayabiliriz. Ancak bunu yapmak için önümüzde hem bilimsel hem de etik zorluklar var. Çok fazla veri eksikliğimiz olduğunu kabul etmeme rağmen önümüzdeki 10 yılda bunların üstesinden geleceğimize inandığımı söyleyebilirim.

Ne olacak derseniz? Bazı çok net genetik hastalıklar var. Mesela çocuklar doğarken bir mutasyon oluyor. Anne ve babalarından aldıkları kromozomlar yanlış bir araya geliyor ve o kromozomlar çok kötü bir hastalığa neden oluyor. Çocuğun beyni gelişmiyor veya felç olabiliyor. Ama genetik araştırmayla erken teşhis yapabilirsek, sorunlu genleri düzenleyip çocuğun sağlıklı bir şekilde büyümesini sağlayabiliriz. Mesela anemilerde genetik olarak erken teşhisle bu çocukları iyileştirmek için deneysel çalışmalar.

Şu an şöyle çalışmalar yapılıyor: Çocuklardan kemik iliği alınıyor ve o kemik iliği hücrelerini laboratuvarda genetik olarak değiştirip o kemik iliği hücreleri sağlıklı hale getiriliyor, sonra çocuğa geri koyuluyor. Ama muazzam sıçramalar için 5-10 yıl daha beklemek gerekecektir.

BİYOLOJİK SİLAH ÜRETİLEBİLİR Mİ?

Kişiye özel virüsler yapılabilir mi?

Öncelikle şunu açıklığa kovuşturalım; bana sürekli “Türkler ile ilgili biyolojik bir silah üretilebilir mi?” diye sorular geliyor. Herkesin genomu farklı olduğu için bu mümkün değil. Zaten daha önceki bir söyleşimde ırk diye bir şey olmadığını, ırk denilen şeyin kültürel olduğunu insan toplumları arasındaki genetik farklılıkların çok küçük olduğunu vurgulamıştım.

Ama dediğiniz gibi genoma bakarak bu Orbay Soydan’ın genomu diyebilirim. Ve sadece sizi etkileyebilecek bir virüs geliştirmek mümkün. Ama sizi silahla vurmak varken niye bu kadar masrafa girsinler emin değilim. Diğer yandan deli bir bilim insanı herkesi öldürmek isterse referans genomunu kullanarak herkesi etkileyebilecek bir virüs yaratabilir. Dahası bu tip virüsler doğal olarak da evrimleşebilir. İşte bu yüzden kuş gribi gibi yeni virüsler ortaya çıktığında doktorlar panikliyor ve karantina bölgeleri oluşturuluyor. Böyle bir virüs çıkmasından her zaman endişe ediliyor.

Herkesin genetik kodlarının farklı olduğunu belirterek Yuval Noah Hararı, “Hepimizin genetik kodları farklı dolayısıyla tarihte adalet yoktur.” diyor. Siz bu düşünceye katılıyor musunuz?

Mesela Michael Phelps’in vücuduna bakarsanız oldukça değişik bir adam. Ben istersem 2 yaşından beri her gün 10 saat antrenman yapayım Phelps gibi hızlı yüzemem. Özellikle bazı sporlarda genetik özelliklerin kombinasyonu gerçekten bazı insanları diğerlerinden üstün kılıyor. Ancak Micheal Phelps hiç antreman yapmasaydı, disiplinli bir atlet olmasaydı tabi ki bugünkü başarısını yakalayamazdı. Bizim ülkenin güreşte başarılı olması genlerden ziyade geleneksel olarak bu sporla ilgileniyor olmasında.

Toplumda daha geçerli özellikleri tartışmak belki daha önemli. Mesela IQ aşağı yukarı %50 kalıtsal %50 kültürel etkenler tarafından belirleniyor. IQ’muzun kalıtılan kısmını da onlarca gen belirliyor. Yani kültürün ve karmaşık bir genetik yapıda harmanlanıyor IQ. Dahası IQ’un yüksekse ille de başarılı olacaksın diye bir durum söz konusu değil. Aynı şekilde Nobel ödüllü bilim insanlarının çoğunun da IQ’su ortalamanın sadece biraz üstündedir. Hatta 1956′da Nobel fizik ödlünü kazanan William Shockley’nin IQ’su normal popülasyondan düşüktü.

İnsanların artık şunu kabullenmesi gerekiyor: Herkes aynı değil. Bu farklılıkların bir kısmı gerçekten genetik. Mesela ALES denilen sınav da bir nevi zeka testi. Aynı şekilde, doktora gittiğimizde ailemizdeki olan bir çok hastalığı doktorlar soruyor ve bunu dikkate alıyorlar. Demek istediğim toplumsal olarak zaten kalıtsal yani genetik özelliklere şimdiden dikkat ediyoruz. Yakında bu tip özellikleri direk genetik şifremize bakara tahmin edebileceğiz. Toplum yavaş yavaş bu gerçekle yüzleşmeli.

Mesela ALES’te çıkan soruların bir kısmını yapamamamızın nedeninin genetik olduğunu öğrendiğimizde bir kişi olarak ne yapacağız? Toplum bunu nasıl anlayacak ve anlamlandıracak. Bence asıl önemli sorular bunlar. Cesur yeni bir dünyada insanları genetik kastlara mı ayıracağız, yoksa daha insancıl bir açılım mı bulacağız. Eğer 1930’ların konsepti ile düşünecek olursak o zaman Amerika’nın o zamanki toplumlarının yaptığı gibi katilleri ve ailelerini sterilize edelim gibi rasyonel olmayan durumlara düşebiliriz.

Diğer yandan bu çok karmaşık bir konu ve biz emekleme aşamasındayız. Yarının kabuslarını veya ütopyalarını tahmin etmeye çalışabiliriz. Ancak gerçekte ne olacağını hep beraber bekleyip göreceğiz.