'Mücadele etmeden hak yerini bulmaz'

12 Mart’ın tutuklu öğretmen sanığı, 12 Eylül’ün siyasi dava avukatı, bugünün siyasetçisi CHP Ankara Milletvekili Şenal Sarıhan’a göre, bugünün şartları 12 Mart’tan da 12 Eylül’den de daha kötü. Sarıhan özellikle kamudan ihraç edilenler için, "En azından 3’te 2 maaşlarını ödeyin, ayakta kalsınlar. Sonra da usulüne uygun soruşturma yapın. Bugün bile bu yapılabilir. Tamam çok somut kanıtlar olanları ihraç edin ama bir rektörün listesiyle ihraç edilmiş ise hemen hepsi iade edilmeli" diyor.

Google Haberlere Abone ol

ANKARA - 15 Temmuz darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL için “darbe dönemlerini aratmıyor” yorumları yapılıyor. O dönemleri yaşayanların ortak ifadesi de, “bugünün daha kötü” olduğu yönünde. CHP Ankara Milletvekili Şenal Sarıhan da onlardan biri.

12 Mart döneminde öğretmen mücadelesinin içindeyken gözaltına alınıp 30 gün işkence gören, 3 yıl tutuklu kalan Sarıhan, 12 Eylül dönemini ise genç bir avukat olarak karşıladı. Öğretmen eşi 1402’lik oldu, siyasi davaları takip ederken ikinci kez tutuklandı. 15 Temmuz’da ilan edilen OHAL dönemini bu kez siyasetçi olarak yaşayan Sarıhan, “Bugün bence 12 Mart’tan da 12 Eylül’den de daha kötü” diyor.

İnsan hak ve özgürlükleri adına ne kadar kazanım varsa bugün hepsinin yok edildiğini söyleyen Sarıhan, yaratılan korku ve kuşku ortamında mahkemelerin de daha büyük etki altında olduğunu, öyle ki hakim ve savcıların “bizden kuşkulanılmasın” diyerek tutuklama kararlarına imza attığını söylüyor.

Dünle bugün arasındaki en büyük farklardan biri de sayıları 100 binin üzerine çıkan ihraçlar. Tek bir adli-idari soruşturma yapılmadan on binlerce kişinin işine son verilip tüm haklarının elinden alınmasını eleştiren Sarıhan’a göre, insanlar bugün “medeni ölü” haline getiriliyor.

'KORKU ORTAMI OLUŞTURULDU'

Çok büyük bir korku ortamı olduğunu söyleyen Sarıhan, bu şekilde davranmaya devam edilirse suçlu olanın da cezalandırılamayacağı görüşünde. Çünkü yapılan her şey hukuksuz olunca o hukuksuzluktan başkaları da yararlanıyor.

Sarıhan'la 12 Mart'tan, bugün Meclis koridorlarına uzanan yaşam öyküsü üzerinden Türkiye'yi konuştuk.

Avukatlık mesleğine nasıl başladınız?

Aslında ben öğretmenlik yapıyordum, bir yandan da sosyoloji okumak istiyordum. Ama Sosyoloji bölümünde devam zorunluluğu olduğu için arkadaşımın önerisiyle Hukuk Fakültesi'ne kayıt oldum. Ne yazık ki Hukuk Fakültesi'ne birlikte kayıt olduğum arkadaşım ülkücüler tarafından öldürüldü. O devam edemedi, ama ben onun da sorumluluğunu alarak devam ettim. Hukuk Fakültesi'ndeyken 12 Mart geldi ve birçok aydın gibi öğretmen hareketinde olan biri olarak ben de gözaltında kaldım. 30 gün işkence gördüm, 3 yıla yakın tutuklu kaldım. O dönem siyasi davalara bakan avukatların ne kadar önemli olduğunu görerek fakülteye devam kararı aldım. Avukatlığa fiilen 1978'de başladım. Tam 39 yıl geçti.

12 Mart nasıl bir dönemdi?

12 Mart aydınların tutuklandığı bir dönemdi. Dernekler de kapatıldı ama tüm toplumsal mücadele alanları bastırılmış değildi. Önemli kayıplar, üzücü olaylar yaşadık ama 12 Mart'tan daha kolay çıktık. Çünkü dışarıda bir toplumsal mücadele vardı.

12 Eylül döneminde avukattınız. O gün için neler söylersiniz?

Avukatlığımın ilk dönemi 12 Eylül, 12 Mart'tan daha ağırdı. 30 gün gözaltı 90 güne çıkmıştı. İşkence vardı. Cezaevleri dolmuş, bugünün KHK'ları gibi tek bir adli-idari işlem olmadan 1402'likler olarak adlandırılan göreve son vermeler vardı. Benim öğretmen eşim de 1402'lik oldu. Aydınlar Dilekçesi, Halkevleri, TÖB-DER, işkence davaları gibi onlarca dava sürerken içeride açlık grevleri yaşanıyordu. Ama dışarıda hem aileler hem de avukatlar büyük bir dayanışma içindeydi. Tahliye olanlar insan hakları alanında bir örgütlenmenin doğmasına neden oldu. Bir yanda baskı vardı ama bir yanda da direniş vardı. Bu süreçte ikinci kez tutuklandım. Siyasi davalarda bir dizi olumlu karar, tahliye alırken tutuklanmam siyasi bir tercihin ürünüydü. 35 gün tutuklu kaldım. Tahliye olduktan sonra bir kadın savcının "Sizden özür diliyorum. Baskılara dayanamadım ve sizi tutuklamak zorunda kaldım" sözünü unutmam.

Çok büyük bir korku ortamı var. Avukat da halk da çocuklarına sahip çıkması gereken aileler de. Direniş yeni başlıyor. Daha önce tekil direnişler şimdi örgütlenmeye başladı. Ben bugünkü sessizliğin yırtılacağını düşünüyorum. Baskıyla bir yere kadar susturursunuz. "Çok büyük bir korku ortamı var. Avukat da halk da çocuklarına sahip çıkması gereken aileler de. Direniş yeni başlıyor. Daha önce tekil direnişler şimdi örgütlenmeye başladı. Ben bugünkü sessizliğin yırtılacağını düşünüyorum. Baskıyla bir yere kadar susturursunuz."

O dönem nasıl mücadele edildi? Kazanımlarınız neydi?

12 Eylül döneminde yeniden kurulan Çağdaş Hukukçular Derneği'nin 3 dönem genel başkanlığını yaptım. Hukuk mücadelemiz, insan hakları mücadelemizle 12 Eylül karanlığını yırtmaya çalışırken bu kez 90'lı yılların karanlığı geldi. Ama o dönem de hem Çağdaş Hukukçular Derneği hem İnsan Hakları Derneği’nin mücadeleyi bırakmadığı dönemlerdi. Bizim yıllar süren mücadelemiz işkenceyi geriletti. Gözaltı süreleri kısıtlandı. Bu kadar ağır süreçlerin ardından çok önemli mesafeler aldık. AB uyum yasaları diye çıkan onlarca yasanın gerisinde aslında o uzun yılların mücadelesi vardır.

SURUÇ'LA BAŞLAYAN SÜREÇ TÜM TÜRKİYE'Yİ ETKİLEDİ

Bugün ne yaşanıyor?

2015 ile birlikte Türkiye'de yeni bir süreç başladı. Suruç ile başlayan toplu katliamlar, sonuçlarıyla tüm Türkiye'yi etkilemeye başladı. Önlem alınmayan, ihmallere dayalı katliamlar yaşanırken 15 Temmuz’la işkence yeniden gündeme geldi. 1402 uygulaması bu kez KHK’lerle hem de on binlerle yaşanmaya başladı. Türkiye yeni bir 80'li 90'lı yıllar ortamına dönüştürüldü.

Geçmişle bugünü karşılaştırdığınızda nasıl bir noktaya gelindi?

Bugünle 12 Mart-12 Eylül'ü karşılaştırdığımızda insan hak ve özgürlükleri anlamında tüm kazanımların tepetaklak olduğunu söyleyebiliriz. Adil yargılanma, gözaltı süresi, avukat yardımı, kötü muamele ve işkence gibi her alanda dünya kadar geri çekilme oldu.

OHAL dışında seçenek yok muydu?

Bence OHAL ilanı gerekmiyordu. Çünkü darbe girişimi engellenmişti. Engellenen bir darbe girişimi varsa devlet güçlü, zaaf içinde değil demek. Darbecilerin önemli bir bölümü de ele geçmişti. Yapılması gereken normal yasaları işleterek yargılamaları yapmaktı. Ama bununla yetinilmedi. OHAL ilan edildi, üstelik bu darbeyle sınırlı tutulmadı. Esasında düşünceye özgürlüğü sınırlayan sorunlu terörle mücadele yasası ile tüm muhalefete dönük bir hukuksuzluk başlatıldı.

Dün ile bugün kıyaslandığında “daha kötü” deniliyor, Öyle mi?

Bugün bence 12 Mart’tan da 12 Eylül’den de daha kötü. Neden, çünkü çok sayıda dernek de kapatıldı. Basın tamamen susturuldu. Bu denli kapatma ne 12 Mart ne de 12 Eylül’de var. Tek bir adli-idari soruşturma yapılmadan bu kadar işine son verilen insan olmadı. Bu kadar insanın tüm hakları elinden alınıp, maaşsız, sosyal güvencesiz, mesleğini yapamaz hale getirilmedi. Böyle yaparak insanları “medeni ölü” haline getirdiler. Mahkemeler de bu kadar etki altında değildi. O dönemin tüm dava takipçileri, asker de olsa hakimlerin hukukçu gibi davrandığını söyler. Sivil hakimlerde daha çok taraflı uygulama vardı. Hukuk yine de işledi. En büyük sorun yaratılmış delillerdi. Biz de belki yarı yarıya işleyen bir hukuk düzeninde o delillere itibar edilmeden karar verilmesini sağlamaya çalıştık. Çok önemli kararlar da alındı. Bugünse tamamen hallaç pamuğuna dönmüş bir yargı kurumuyla karşı karşıyız.

'MİMLENMEMEK İÇİN TUTUKLUYORLAR'

Hukuk neden işlemiyor?

Cezaevlerinde askeri öğrenciler var. Bizleri ziyaret eden aileler çocuklarına hâkim ve savcıların, “sizi tutuklamak zorundayız çünkü bizden kuşkulanılmasından korkuyoruz” dediklerini söylüyorlar. 12 Eylül’de bana “baskılara dayanamadım tutukladım” diyen savcıyla aynı.

Bu durum nasıl aşılacak?

Çok büyük bir korku ortamı var. Avukat da halk da çocuklarına sahip çıkması gereken aileler de. Direniş yeni başlıyor. Daha önce tekil direnişler şimdi örgütlenmeye başladı. Ben bugünkü sessizliğin yırtılacağını düşünüyorum. Baskıyla bir yere kadar susturursunuz. Bu şekilde davranmaya devam ederlerse o önleyeceğini söyledikleri terörü ortadan kaldıramazlar. Kendileri de diyor, “at izi it izine karıştı” diye. Bu ortamda suçlu olanı da cezalandıramazsınız. Yaptığınız her şey hukuksuz olunca o hukuksuzluktan başkaları da yararlanır. Aslında topluma iyilik yapılmıyor. Tersine iki türlü kötülük var. Birincisi terör odakları söndürülmüş olmuyor ikincisi de büyük bir haksızlık yapılarak halk isyana güvensizliğe doğru zorlanıyor. Devletin görevi halka acı çektirmek değil, demokrasi, adalet ve özgürlük sağlamaktır. Bunu ne sağlar, hukuk sağlar. Ancak referandum ile de bu hukuksuzluklara sözde yasal bir kılıf getirmeye çalışıyorlar.

OHAL İnceleme Komisyonu çare olur mu?

O komisyondan çok az sonuç çıkacaktır. Ortada dosya yok ne üzerinden karar verecek? MİT, emniyet raporları gizli, açıklanamayacak. Yargı süreci uzayacak.

Ne yapılmalı?

Tamam kuşkunuz var. Bunları açığa alın, ihraç etmeyin. En azından 3’te 2 maaşlarını ödeyin, ayakta kalsınlar. Sonra da usulüne uygun soruşturma yapın. Bugün bile bu yapılabilir. Çok somut kanıtlar olanları tamam ihraç edin ama bir rektörün listesiyle ihraç edilmiş ise hemen hepsi iade edilmeli. Bunlar olmazsa da mücadele edilecek. Mücadele ederseniz hak yerini buluyor onun için teslim olmamak gerekiyor.