Paul Auster, 'Cam Kent' sahnesinde!

Paul Auster’ın Cam Kent isimli eseri İngiltere’de tiyatroya uyarlanıyor. Uyarlama, 21 Nisan-20 Mayıs arasında Londra Lyric Hammersmith’te izleyici ile buluşacak. Auster uyarlamanın hayal gücünün ötesine geçtiğini kabul ediyor.

Google Haberlere Abone ol

Alfred Hickling *

Paul Auster’ın Cam Kent isimli eseri İngiltere’de tiyatroya uyarlanarak sahnelecek. Uyarlama, 21 Nisan-20 Mayıs arasında Londra Lyric Hammersmith’te izleyici ile buluşacak. Hiç kimse metafizik hikayesi olan bir gerilim filminin oyun olarak kullanılabileceğini düşünmemişti. Ancak teknoloji bunu mümkün kıldı. Paul Auster ile kendi hikayesinin içinde bir VR (sanal gerçeklik) gezisi gerçekleştirdiği esnada karşılaşıyoruz ve Paris'te beş parasız yaşadığı dönem Samuel Beckett'ten neler öğrendiğini hatırlıyoruz.

Paul Auster kaygılı görünüyor. Yazarın, Cam Kent adlı romanının tiyatro uyarlamasına eşlik eden bir sanal gerçeklik sunumuyla meşgul olduğu Manchester'daki Home tiyatrosunun fuayesinde söyleşiyoruz. Fuaye kurulumu, sizi Paul Auster'in daktilosunun bulunduğu Paul Auster'in masasında oturup, Paul Auster'in New York Üçlemesi'nden pasajlar üreten, içerisinde hafif bir kar yağışı olan garip ve gerçekçi bir 3D (üç boyutlu) çevreye taşıyor.

VR kulaklık setini çıkarıyor ve ıslık çalıyor. “Şimdi, New York'ta söylediğimiz gibi oldukça tuhaf bir zımbırtı” dedi. İlk etapta hayâlini kurdukları bu garip zımbırtı, dikkat çekici bir şey. “Ah hayır,” diye yanıtlıyor. “Bu adamlar hayal gücümün bile ötesine geçti.”

Bunu tasarlayan ekip, 2012 Atina Olimpiyatları’nın açılış töreni için görsel içerik sunmakla yükümlü olan bir tasarımcı, animatör ve kameramanlardan oluşan 59 Productions şirketiydi. Şirket, yönetmen Katie Mitchell ile birlikte “canlı sinema” performanslarının geliştirilmesi konusunda tiyatro çalışmalarıyla tanınmış ve aktörlerin sahnenin üstünden fotoğraf makinesi ekipleri tarafından gerçek zamanlı olarak filme alınması işleriyle biliniyor. Ancak Home ve Lyric Hammersmith ile birlikte tasarlanmış olan Cam Kent, 59'un baştan sona tasarlandığı ilk tiyatro projesidir.

Oyunun yönetmeni ve kurucularından biri olan Leo Warner, Auster'in dolambaçlı, metafizik gerilim hikayesini sahneye uyarlamanın uzun zamandır devam eden bir tutku olduğunu belirtiyor; sadece teknolojinin yeterli seviyeye ulaşmasını beklemek gerekiyordu. Warner, “en azından konvansiyonel bir tiyatro çerçevesine uygun değil ve uyarlanamamış olması bize çekici geldi” diyor. “Ancak, kamera olanakları açısından Paul Auster'in fikirlerinin hızını yansıtacak bir sahne ortamı oluşturabileceğimiz bir noktaya geldik.”

'Erdoğan'la atıştığımızdan beri Orhan Pamuk aramadı''Erdoğan'la atıştığımızdan beri Orhan Pamuk aramadı'

EN ETKİLEYİCİ BAŞLANGIÇ CÜMLELERİNDEN BİRİ

Başlangıçta 1985'de New York Üçlemesi'nin ilk cildi olarak yayınlanan Cam Kent, 20. yüzyılın son dönem edebiyatının en güçlü açılış cümlelerinden biriyle başlar: “Her şeyi başlatan, yanlış bir numaraydı, telefon gecenin ilerlemiş bir saatinde üç kez çalmış, karşı taraftaki ses birini istemişti, ama o biri kendisi değildi.” Hikâye, birinin yazarın evine telefon ederek bir dedektiflik bürosuyla iletişime geçmeye çalıştığı gerçek bir hat karışıklığından esinlenmişti. Auster, Paul Auster adlı bir özel dedektifle karıştırılan Quinn adlı bir ucuz gerilim yazarına ait orijinal bir pulp varoluşçu (ucuz dedektiflik ve gerilim hikâyelerine verilen ad/ç.n.) eseri özenle anlatmaya girişti.

Warner “Paul'un ilgi çekici yanı, bir e-posta adresinin olmaması ve yalnızca telefonla iletişim kurması” diyor. “Bu sebeple kendisini telefonla aradım ve o da beni evine davet etti; bu biraz garipti, tam da aynı telefonda kendisiyle görüştükten sonra  Paull Auster'la bunları başlataqn telefonda mı konuştuğumu  merak etmeye başladım.”

Auster, ilk görüşmeyi kendi açısından şöyle aktarıyor: “Tam olarak aynı telefon değildi çünkü farklı bir yere taşınmıştım” diyor. “Fakat muhtemelen aynı telefondan, kitabımı bitirmemden yaklaşık 10 yıl sonra, Hispanik (anadili İspanyolca olan) aksanı olan ve hiç tanımadığım birisi arayarak Bay Quinn ile görüşmek istediğini söyledi. Bu, yalnızca kitapların hiçbir zaman sona ermediğinin bir işareti. Yazarlarına nispet edercesine kendi kendilerini yazmaya devam ediyorlar. "

Auster, Warner'ın fikirlerini etkileyici bulmuştu; ancak yine de Cam Kent’i sahnelemek için “mümkün olmayan bir aday” gibi görüyordu. Deneysel yönetmenlik yaptığı Duman, Blue in the Face ve Köprüdeki Lulu'yu içeren senaryolarının ardından, Auster'ın New York Üçlemesi'ni asla bir film haline getirmeye çalışmadığını belirtmek gerekir. “İnsanlar denediler,” diyor, “ancak bilimkurgu söz konusu değilse, gerçekçilik beklentilerinden kaçmak neredeyse imkansızdır ve bir film neredeyse otomatik bir kurguya sahiptir. İşin hakkını vermek için olağanüstü bir yönetmen olmak gerekir. Gündelik hayatın tuhaflıklarını kayda almak çok zordur. "

UYARLAMA KONUSUNDA MEMNUN

Cam Kent’le ilgili metni uyarlama işi Duncan Macmillan tarafından üstlenildi. Provalar sırasında karşılaştığımızda oyun yazarı yorgun biçimde içi boş gözlerle bakıyordu ve Quinn'in romandaki huzursuz ruh halinin artışına dalâlet olan uzamış bir sakalın arkasında kaybolmaya başlamıştı.

Şu anki uykusuzluğu kısmen, iki yaşındaki oğlunun hastalığından kaynaklanıyor; ancak bu durumun kendisi, uyarlama üzerinde belirgin bir etkiye sahip. “Üçlemeyi ilk önce gençken çok genç bir akılla, havalı ve post-modern bir dedektif öyküsü olarak okumuştum” diyor. “Fakat şimdi bunu yorumlama biçimim, bir baba olmamın tecrübesiyle renklendi. Quinn hakkında neredeyse ilk fark ettiğim şeyin eşi ve üç yaşındaki oğlunu beklenmedik bir kaza ile kaybetmesi ve o zamandan beri hayatında uyurgezer gibi dolaştığı gerçeğidir. Katlandığı varoluşsal sıkıntı neredeyse trans haline benzeyen bir keder biçimine bürünür.”

Auster, kitabının bu yorumunu kabul ediyor mu? “İnsanların zaman geçtikçe buna nasıl tepki vereceğini oldukça merak ediyorum” diye yanıtlıyor. “Küçük bir çocuğu kaybetmek, muhtemelen her insanın hayatında yaşanabilecek en sarsıcı trajedidir. Oğlum iki yaşındayken neredeyse zatürreden ölüyordu. Cam Kent’i yazmaya başlamadan yaklaşık bir yıl önce bu gerçekle yüz yüze kaldım. Kitabı kısmen, oğlum ölse veya şimdiki eşimle hiç karşılaşmamış olsaydım, hayatımın nasıl olabilceğine dair bir tür alternatif biyografi olarak düşünmüştüm.” (Auster, yazar Siri Hustvedt ile 1981'de evlendi)

Bir romancı olmadan önce Auster şiir yazıyordu ve yeteneğini kısa oyunlar üzerine denemişti. Auster'ın New York’lu deneysel bir oyun yazarı olarak var olduğu alternatif bir evren hayâl etmek mümkün müdür? “Oh, sanmıyorum,” diye gülüyor. “Bunun için yeteneğim yoktu. Ancak bu oyunlardan birisi, sonsuz bir utanç kaynağı olarak üretildi: Laurel ve Hardy Go to Heaven. Diğer taraftaki Stan ve Ollie'ler hakkındaki oyun, kendileri ile dinleyiciler arasında bir duvar inşa edilinceye kadar taş yığmaları üzerindeydi. Elbette, Samuel Beckett'tan çok ilham almış bir oyundu.”

BİR ZAMANLARIN YOKSUL ŞİİR TERCÜMANI

Auster 2006’da, Beckett'in dört ciltlik eserinin yüzüncü baskısını düzenlerken Beckett'in yazdığı her noktayı ve virgülü tam anlamıyla incelemişti. Auster, Fransız şiirinin yoksul bir tercümanı olarak hayatını kazanıyorken, 70'lerin başında Paris'teki evinde yaşayan ustaya ulaşmayı bile başarmıştı.

Auster, “Mercier ve Camier romanını İngilizce'ye tercüme ederken yaşadığı sıkıntılardan bahsettik” diyor. “Konuşmamızda başka meselelere geçmeden önce, ona duyduğum hayranlığı ifade etmiştim. Sonra, yaklaşık 10 dakika sonra, aniden öne eğildi ve “Cidden çok iyi olduğumu mu düşünüyorsunuz?” dedi. Edebi idolümün, bu genç Amerikalının, kendi yazdığı eser hakkında ne düşündüğünü duymak için beklerken gerçekten endişeli olduğunu görmek, oldukça şaşırtıcıydı. Ama Samuel Beckett bile bir yazar olarak kendine duyduğu güven yanında bir şüphe taşıdığını göstermişti; bu da inanılmaz bir gerçekti” diyor.

Bu bağlamda, Cam Kent’in tiyatro uyarlamasını kaderin saçmalıkları tarafından idare edilen bir Beckett öykünmesi olarak görmek mümkün müdür? Auster aynı fikirde değil: “Bakın, Quinn'in gerçekten de öldüğünden emin değilim” diyor. “Zihnimde Quinn ölmekten çok  hikâyeden buharlaşıyor.” Fakat çalan bir telefonla başlamak, klasik trajedicilerin kadere atfetmiş olabilecekleri kontrol edilemeyen rastgele olaylardan biri olabilir mi?

“Sanırım, ilk paragrafta ‘daha sonra şans dışında hiçbir şeyin gerçek olmadığını’ belirttiğimde, kendi sırtımı dayamak için çarçabuk bir destek yarattım. O zamandan beri, şans kavramı, çalışmalarımdaki tartışmalara, tamamen haklı görmediğim bir şekilde hâkim olmaya başladı. Bu yüzden, şimdi çemberin içine atmak istediğim yeni bir terim var: Beklenmedik. Tam olarak bahsettiğim şey şu ki; hayatımızın uyanık geçen her anında sonsuz sayıda olasılığa gebe olan değişkenler var.”

İngiltere'deki bir tiyatroya girmek ve New York’taki bir apartman dairesini taklit eden dijital bir simülatör sunmak gibi mi? “Kesinlikle.”

* Haberin aslı The Guardian'da yayınlanmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)