Sebastião Salgado'nun 'göz'ü neler gördü?

Brezilyalı fotoğrafçı Sebastião Salgado'nun kitabı 'Toprağımdan Yeryüzüne', Everest Yayınları'ndan çıktı. Salgado, fotoğrafını çektiği konu ne olursa olsun katılımcı gözlem ve içeriden bir bakış edinme çabasıyla yoğurmuş ortaya çıkan eserlerini.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Görsel olanın daha fazla ilgi odağı olduğu bir çağda yaşıyoruz. Fotoğraflar ve fotoğrafı iş edinenler üzerine de daha çok düşünüyoruz bu nedenle. Fotoğraf bir yaşam ânının dondurulmasıdır diyebiliriz ve dondurulan bu anlar, her zaman günlük güneşlik bir dünya sunmaz bize. Özellikle bu tarz yani dünyadaki olumsuzluklara dair fotoğrafların işlevi kadar, fotoğrafçının tavrı da epey tartışılır bir konu. Trajedinin fotoğraflanmasının “ahlâki” olup olmadığı konusunda bir tartışma sürüp gidiyor zaten.

Bu tartışmalara çok girmeden söyleyebileceğimiz şudur bana kalırsa belirleyici olan fotoğrafçının bakışıdır. Fotoğraf ânını yakalayan kişi kendisini yukarıda bir yere konumlamadan, fotoğrafını çektiği insan, hayvan, doğa ne olursa onu nesneleştirmeden, ona yabancılaşmadan yaklaşabilirse sanırım eşit bir ilişki biçimi ortaya çıkacaktır. Ve böylece fotoğrafın karşılaştığı diğer insanlarda bıraktığı “etkilenim” fotoğrafı çeken ile ona bakan arasında bir duygu ortaklığı doğuracaktır.

Sebastiao Salgado Sebastiao Salgado

NESNELEŞTİRMEDEN FOTOĞRAFLAMAK

Bu söylediklerimizi gerçekleştirebilen bir fotoğrafçı Sebastião Salgado. Everest Yayınları tarafından basılan 'Toprağımdan Yeryüzüne' adlı kitabı okurken bana hissettirdiği bu oldu en azından. Salgado, fotoğrafını çektiği konu ne olursa olsun katılımcı gözlem ve içeriden bir bakış edinme çabasıyla yoğurmuş ortaya çıkan eserlerini. İnsanı, hayvanı, doğayı bir nesne olarak görmüyor onun çalışmaları. Bu da onu farklılaştıran bir yan olarak çıkıyor karşımıza.

Salgado’nun fotoğrafını çektiği canlıyla kurduğu ilişkiyi en iyi anlatan durum kitapta bahsettiği şu 'Dev Kaplumbağa' fotoğrafı hakkında söyledikleri. “Hayvana saygı duymalı, onunla ağır ağır temasa geçmeli, alanını ihlâl etmemeli ve keyfini bozmamalısınız; bu esnada ona bakma ve onu fotoğraflama şeklinizi de muhafaza etmelisiniz. Bu bilgiyi göz önüne alarak, biz insanlarla her zaman nasıl çalışmışsam diğer türlerle de aynı şekilde çalışmaya başladım.” İnsan dışında kalan diğer türlere de aynı hassasiyeti göstermek, hayvan ile eşit ilişki biçimi geliştirmek doğal olması gereken ancak çoğu insanın gözetmediği bir tutum bu açıdan düşününce Salgado’nun işine gösterdiği özen kadar fotoğrafını çektiği varlığa karşı sorumluluk duyması da önemli tavır benim fikrimce.

Salgado’nun Genesis projesinden öğrendiği en önemli şey olarak bahsettiği konu da bu tutumla ilişkili; “Genesis projesi boyunca işime yarayan bir şey öğrendim. Hayatım boyunca bana söylenen şeyin, tek “akıllı” tür olduğumuzun yalan olduğunu keşfettim. Her tür kendince akla sahiptir; asıl mesele bunu anlamaktır ve bu da zaman alır.” Salgado’nun bu söylediklerinden sadece fotoğraf adına değil, yaşam adına da çok şey çıkarılabilir. Dünyayı ve dünyanın her canlısını aynı şekilde anlayabilmekten bahsediyor çünkü. “Aklı” sadece insana mahsus kabul edip, bu nedenle de insanın diğer türlere hâkim olmasını normal karşılayan dünyaya karşı bir bakış sunuyor ve ben kendi adıma bunu değerli bulduğumu belirtmeliyim.

SÜRGÜNLÜK

'Toprağımdan Yeryüzüne' Salgado’nun yaşamından kesitler sunarken onun tanıklığında bir dünya gezisi de sunuyor. Salgado’nun kişisel yaşamının yanında dünyanın olumlu ve olumsuz yanlarına onun belleğiyle temas ediyorsunuz. Brezilya’da darbe olunca siyasi sebeplerle eşi Léila ile birlikte başlayan sürgünlük yılları, mültecilerle dayanışmak için giriştikleri mücadeleyi görüyorsunuz. Ve her ne kadar Fransa yaşamak istedikleri bir yer olsa da sürgünlüğün insan yaşamında bıraktığı sızıları fark ediyorsunuz şu cümlelerde ifade edildiği gibi: “Ağustos 1969’da Paris’e ulaştık. Bize her şey çok harika geliyordu; uzun sonu gelmez günler, erkenden başlayan sabahlar. Ama sonra sonbahar geldi. Işık azaldı ve Aralık ayında Léila ve ben depresyonun eşiğindeydik. Ülkemizi fena hâlde özlüyorduk. Artık evimize dönemeyeceğimizi biliyorduk, çünkü protesto hareketlerine fazlasıyla karışmıştık. Çok gençtik ve vaziyet bizim için çok zordu”

İDEALLERİN PEŞİNDE 

Salgado yaşamı boyunca ekonomist olmak istiyor başarıyor da ancak fotoğraf ile geliştirdiği ilişki onu bambaşka yollara itiyor. Konforlu bir yaşam sürerken kendi deyimiyle “ümit vaat eden” kariyeri bırakıp fotoğrafçı oluyor. İnsanın idealleri ile yaşamın getirileri arasında seçim zordur. Salgado iyi maaş, güzel, daire, spor araba hepsini çöpe atarak, düşlerinin peşinden gidiyor. Eşi Léila ile ilişkisinin bir şekilde dayanışmaya dayalı olduğunu görüyoruz anlatı boyunca. Anladığım kadarıyla onlar, klasik evlilik kurumunun getirilerine göre değil de bir yoldaşlık ilişkisi içerisinde sürdürüyorlar ilişkilerini. Salgado’nun yaşamındaki yollarda bu da önemli bir faktör bana kalırsa.

Toprağımdan Yeryüzüne, Sebastiao Salgado, çev.Ahmet Gönenç, 135 syf, Everest Yayınları, 2017. Toprağımdan Yeryüzüne, Sebastiao Salgado, çev.Ahmet Ergenç, 135 syf, Everest Yayınları, 2017.

'FOTOĞRAF BENİM HAYATIM'

Salgado için fotoğraf bir iş veya kendisine devamlı yakıştırıldığı gibi aktivizm olmaktan öte anlamlara geliyor. O “fotoğraf benim hayatım” diye tanımlıyor bu durumu. Her anlamda sömürülmüş bir dünyayı göstermek amacıyla birçok projeye imza atıyor. İşçiler, madenciler, yerinden edilenler, ekonomik nedenlerle göç etmek zorunda kalıp kentlerde tutunmaya çalışanlar, çocuklar, dünyanın her türlü trajedisi ve doğa onun objektifinden dünyaya yayılıyor. “Benim için fotoğraf edebiyat gibi bir şey yazarların kalemle söylediklerini ben makineyle söylüyorum” diyor. Ve fotoğraflarla anlatıyor hikâyesini. Fotoğraflarına bakınca da şunu söyleyebiliyoruz, Salgado sadece fotoğrafçı değil aynı zamanda iyi bir hikâye anlatıcısı.

FOTOĞRAFIN İŞLEVİ

Fotoğraf günümüzde bir şekilde tüketim kültürü ile ilişkilenip bir meta hâttâ sosyal medya ortamlarında bir paylaşım nesnesine dönüşmüş olsa da dünyanın durumunu anlamak açısından oldukça işlevsel. Salgado’nun şu söyledikleri bu durumla ilişkilenebilir sanıyorum; “Hiçbir fotoğraf tek başına yoksulluğa çare olmaz. Ama metinlerle, filmlerle, insani yardım ve çevre örgütlerinin çabalarıyla birleşince benim fotoğraflarım şiddeti, ayrımcılığı kınayan ve ekolojiye hassasiyet gösteren geniş bir hareketin parçası hâline geliyor.

Bu bilgi kanalları insanların farkındalığının artmasına, insanlığın kaderini değiştirme yetimize katkıda bulunuyor.” Sanatçıya hak verebiliriz görsel kültürün oldukça önemsendiği hızlı bir çağda bir fotoğraf karesi sayfalarca anlatıdan daha çok “etkilenme” yaratabilir. Fotoğrafın bir dünya dili olması herkes tarafından anlaşılabilirliği gezegenimizin herhangi bir yerinde yaşayan bir insana aynı kederi ve neşeyi veren karşılaşmayı doğurabilir. Çünkü Salgado’nun da söylediği gibi: “Çeviriye ihtiyaç duymadan dünyanın her yerinde okunabildiği için fotoğraf çok güçlü bir dildir.” Önemli olan bu dili konuşturan metinler ortaya çıkarmak ve Salgado bu dili konuşturmayı iyi biliyor.

'Toprağımdan Yeryüzüne' fotoğrafı varlık sebebi hâline getirmiş Sebastião Salgado ile buluşturuyor bizi. Metin biyografi tadında ancak Salgado dünyanın pek çok köşesinde dolaştırıyor okuru, dünyanın hikâyesini kendi yaşamıyla harmanlıyor ve düşlerinin peşinden gitmiş bir insan ile daha yakından tanışmış oluyorsunuz. Dünyanın trajedisini, belleğindeki ağır sızıyı paylaşıyor Salgado. Bir kere daha fotoğrafın önemli bir dil olduğunu ve hikâyeyi fotoğrafla da anlamanın mümkün olduğunu fark ediyorsunuz.