Dilin asi, şiirin devrimci şairi

Can Yücel için şiir yazmaya başladığı günden itibaren kendini savunmak zorunda kalmış bir şairdir de diyebiliriz. Ancak en iyi savunma saldırıdır anlayışıyla savunmayı ofansta kurmuştur.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Şiir yazmak başka, şair olmak başka; hem şiir için tarz yaratan bir şair hem de şairler için model şair olmak daha da başka. Modern Türkçe şiirde bu yönleriyle öne çıkan şairler denildi mi akla gelen isimlerden biri de Can Yücel’dir (21 Ağustos 1926, İstanbul - 12 Ağustos 1999). Onun şiir tarzı elbette öncelikle dille ilgilidir. Kendine özgü şiir dili güncel, sosyal ve siyasal olaylar karşısında tepki oluşturmak üzere geliştirilmiştir. Adını da koyar şiir anlayışının, kendine özgü tarzının: Devrimci şiir. 'Darwin Üzre' başlıklı şiiri bir poetik manifestodur aynı zamanda. Şiiri okuyalım:

“Devrimcilik gibi şairlik de

İnen darbeyi duyabilmektir

Kaslarının liflerinde,

İster copların darbesi olsun

İster bilincin...

Gelerek,binbir işkenceden

--İnsanlık gibi tıpkı--

Çığlıklarla büyüyen devrimci şiir

Giderek,sömürüye ve zulme

Karşı akımıdır sevincin...

Hani Gayrettepe'den

Verilip verilip de

Dal bedenlerimize elektrik,

Tam tükendiğini sandığımız yerde direncin,

En çelimsiz kızımızda bile baş veren

O silkiniş var ya,

O türkü,o öfke, o erkeklik

Kıvılcımlarla üreyip güçlenecek,

Güçlenecek yarın bamtellerimizde,

Güçlenecek,

Güççlenecek,

Güçççlenecek...

Ve de birden tepti miydi geriye,

Gözüne, yuvasına,kaynağına zulmün,

Bir gök gürültüsüdür,bir şimşek,

Bir sevnçtir akıp gidecek

Şebekelerin sigortası atıncaya dek!..

İşte böyle bir şiir bizim yazmak istediğimiz...”

Şiirle ilgili duygu ve düşüncelerini, şiir anlayışını dile getirdiği başka şiirleri de vardır. 'İstanbul Liseli Gençler Sordu Şiirde Üslup Nedir Diye' başlıklı şiiri de onlardan biri; okuyalım:

“Ben de dedim ki bazıları

Ayçiçeği diyorlar günebakana

Bazısı da günebakan diyor ayçiçeğine

Ben günebakanı yeğliyorum

Belki de güne yöneldiğim için yine

Ama siz de bilirsiniz ki

Gün aydındır gece de gece

Ama ne zaman diyeceğiz birbirimize günaydın?

Ben de onu diyordum ya işte

Bak kardeş şimdi uslûp meselesini düşünmeye başladın.”

Can Yücel şiiri söyler, o nedenle oral bir şiir olarak tanımlayabiliriz bu şiir tarzını. Ama aynı zamanda aklın, zekânın da rol oynadığı bir şiirdir. Ancak Can Yücel denildi mi akla elbette önce isyan gelir. Hem de ne isyan…

Asiliğine, isyanına geçmeden, belki kısa bir hatırlatma yerinde olur. Can Yücel bakanın oğluydu, ama o “babam bakan” demeyen biri oldu. Yalnızca şiirde değil, hayatta da öyle oldu. “Hayatta ben en çok babamı sevdim” dedi ama… Yineleyelim; “bakanın oğluyum” demedi… Babasını, babası olduğu için seven çocuğun duygu ve düşüncelerinin dile getirildiği o meşhur 'Hayatta Ben En Çok Babamı Sevdim' başlıklı şiirini hatırlayalım:

“Hayatta ben en çok babamı sevdim.

Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk!

Çarpı bacaklarıyla -ha düştü, ha düşecek-

Nasıl koşarsa ardından bir devin,

O çapkın babamı ben öyle sevdim.

Bilmezdi ki oturduğumuz semti,

Geldi mi de gidici -hep, hepp acele işi!-

Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi.

Atlastan bakardım nereye gitti,

Öyle öyle ezber ettim gurbeti.

Sevinçten uçardım hasta oldum mu,

40’ı geçerse ateş, çağ’rırlar İstanbul’a,

Bi helallaşmak ister elbet, diğ’mi, oğluyla!

Tifoyken başardım bu aşk oy’nunu,

Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu.

En son teftişine çıkana değin

Koştururken ardından o uçmaktaki devin,

Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için

Açıldı nefesim, fikrim, canevim.

Hayatta ben en çok babamı sevdim”

Can Yücel, şiirin topraklarına girdiğinde takvimler 1950 yılını göstermektedir. Bu tarihten itibaren dönemin önemli dergilerinde yayımladığı şiirlerle adını şiir okurunun belleğine kazır. 1974’te iki kitabı, 'Sevgi Duvarı' ve 'Bir Siyasinin Şiirleri' arka arkaya yayımlanır. Kitaplarda 1950’den itibaren yazıp dergilerde yayımladığı şiirler yer alır.

Can Yücel asidir, ama yalnızca, denilmesi gerektiği yerde “Kart sensin, postal da sana girsin” diyerek dile dökülen türde bir asilik değildir onunki. Örneğin 'Altı' başlıklı şiiri, şairin bulunduğu durumu ve halini betimlerken başkaldırısını da dile getirir:

“Yaşamayı yaşamak istiyorum demiştim,

Neylersin ki bu damda bu dem

Ayaklarımla uyaklarımda zincir,

Böyle topal koşmalarla geçiyor günlerim,

Oysa..medhetmek gibi olmasın kendimi ama..

Yaşamım benim en güzel şiirim”

Şiiri dilin isyanıdır, ancak bir o kadar da dile isyandır. '1972 Yazı' başlıklı şiirden kısa bir betik okuyalım:

"Güneş bombalarını,

Yıldız kitaplarını

Ve kurşundan ağır, kurşundan vahim yüreklerini

Gık demeden taşıyan

O Sevi Ve Öfke Hamallarını

Kendi ecel terlerimle terliyorum

Damarları varisli ve mermer bir masanın başında…"

İlk yapıtından son şiirine kadar eleştiri, ironi, kara mizah, hiciv, taşlama, haşlama, alay, bir o kadar da “kalay” gibi mizah ve düşünceyle ilgili dilin tüm öğelerini ustaca bir kıvraklıkla ve artistik bir zekâyla şiir dilinin de öğeleri olacak biçimde kullanır. Duygu ve düşüncelerini şiir olarak ifade ederken samimi ve gerçekçidir. Bu tutumundan ödün vermez. “Kırkaltı” başlıklı şiirinde de görürüz bunu:

“Hiç durma, Can, sök gözlerinden

O sinsi sinsi büyüyen nergisi!

Ondan geliyor bu başdönmesi…

Pekiy ama nedendi öyleyse

…Karanlık tellerin orda konuşurken benimle

O arkadan gelen sinsi ışığa

İkide bir başını döndürmesi?

Ondan mı acaba başımın dönmesi,

Bu açlıktan beter kıskançlık?

Hiç durma, Can ,sök gözlerinden

Bu sana yaraşmayan nergisi!

Bir bahçıvan gibi güvençli olmalı

Marksist adamın sevgisi!”

Kendisinden önceki “alay kalay, taşlama haşlama” da dahil kara mizah türünün geniş yelpazesi içinde kalan şiir geleneğini modern zamanın şiirine taşıyıp günceledi. Hem siyasal hem de güncel, sosyal gelişmeler karşısında reaksiyoner bir şiir çizgisinin modern Türkçedeki temsilcisi oldu… Özdemir Asaf’ın ölümünden sonra yazdığı cenaze dönüşü başlıklı şiiri de bunu örnekliyor:

“Anlaşıldı bu

R’lerin intikamı

Onlar yuttu Özdemir “Asaf’ı”

Dilinin yargılandığı mahkemede yargıca “göte göt denir” diyerek yalnızca kendini değil, şiiri ve dili de, dolayısıyla Türkçeyi de savundu.

Can Yücel için şiir yazmaya başladığı günden itibaren kendini savunmak zorunda kalmış bir şairdir de diyebiliriz. Ancak en iyi savunma saldırıdır anlayışıyla savunmayı ofansta kurmuştur.

Şiirinin dili her iki anlamında da canlıdır. Dilinin canlılığı şiirini şenlikli yapar… O nedenle belki de küfrettikleri dahi onun küfürlerine mahkemelerde bile ceza veremez. Küfür onda dilin yongasıdır. Yerli yerinde kullanabilen için bir söyleyiş imkânıdır. Küfrünün cezasızlığı dilindeki ustalıktan, dilindeki incelikten gelir.

Onun bizzat kendisinin, varlığının aynı zamanda bir dil, başlı başına bir şiir dili haline gelmesini de bu özellikleri sağlar. Ama zaten şair de odur. Çünkü çok kişi şiir yazar ama az kişi vardır şair olabilen. Hayatın her anı, her alanı kapsama alanında olan bir dil, bir şiir dilidir onunki. O devrimci şairdir, devrimci şiirler yazar. 12 Mart cuntasının devrimci önderleri Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’la birlikte idam ettiği Deniz Gezmiş için yazdığı 'Mare Nostrum' yalnızca bir ağıt değil, aynı zamanda “hayır bitmedi mücadeleye devam” çığlığıdır. O çığlığın Can Yücelcesidir. Çünkü her şeyin onunla temas eden ya da onun temas ettiği her şeyin bir de Can Yücelce söylenişi vardır. Şiir anımsayalım:

“En uzun koşuysa elbet Türkiyede de Devrim,

O, onun en güzel yüz metresini koştu

En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak...

En hızlısıydı hepimizin,

En önce göğüsledi ipi...

Acıyorsam sana anam avradım olsun,

Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun!”

Şiir bir dildir, can da başlı başına bir dildir… Onun şiiri için optik değil, oral şiirdir demiştik. İstanbul ağzının tüm nüanslarını gözetir şiirini söylerken. 'Yiyimserliğimizin İyimserliği' başlıklı şiiri bu niteliğine dikkat çekmek için paylaşacağım:

“İy’etmiş Selçuklular geldiklerine

Osmanlılar da iy’etmiş

Bizden sonra gelenler de iy’edecekler geldiklerine

Gelebilirlerse tabiy

İy’edecek bir şey bırakmıyaca’az ki biz...

Söyledik ama yine söyleyelim can yücel türkiye’de bir şairin, devrimci bir şairin başına ne gelmişse onu yaşamış ve yaşadığını şiir olarak söylemiş bir şairdir. 12 Mart, 12 Eylül darbelerinin solculara, devrimcilere, sosyalistlere yönelik düşmanlığından, devlet şiddetinden onun da payına acılar düşmüştür. Hapishanede de yatmıştır, işkenceden de geçmiştir. Ancak yılmamış, eğilmemiş, vazgeçmemiştir… Şiirleri de, yaşamı da yol göstericidir. Modern Türkçe şiirin unutulmaz şairleri arasındadır. Birçok şiiri gibi 'Yaprak Dökümü' başlıklı şiiri de ufku gösteren, anılara saygı, devrimci mücadeleye güven sunan unutulmaz şiirlerinden biridir:

“Sararıp dökülmeden önce kızaran yapraklar ki onlar

Şan verdiler ortalığa bütün bir sonbahar

Mevsim dönüp de yeniden yeşermeğe başlayınca rüzgar

Çıplaklığında o atın yine onlar koşacaklar

O çocuklar

O yapraklar

O şarabi eşkıyalar

Onlar da olmasa benim gayrı kimim var?”

O şarabi eşkıyayı saygıyla, özlemle selamlıyoruz…