'Aşk Romanları Okuyan İhtiyar'ın 'Büyük Gerileme' düşünceleri

Şöhretin ardında da bir kültürel sermaye, mahallenin namusunu koruyan külhanbeylik. Ülkücülük, ülkücü muhafazakarlık biraz da böyle bir şeydi. Kadınlar bacılar alemiydi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Sultanahmet’e nazır Dervish kafenin pistinde her akşam mevlevimsi bir genç sema/dans eder turistler seyreder ben sinir olurdum. 90'lar olmalı –piste, duvardaki sema eden derviş ikonuna bakılırsa bugün de devam ettiği anlaşılıyor.

Burası Drej Ali'nin derlerdi. “Uzun”, şanlı kabadayı. 2000'lerin başında Kırım'a gidiş gelişlerimden birinde uçakta gördüm. Boylu poslu yakışıklı genç bir adamdı. Simferopol Havaalanı'na indiğimizde adamları bekliyordu, birer temenna ile hızla götürdüler. Aranıyordu o sıra –kaçıncı aranışıysa artık. Yalta’da bir oteli var, ya da işletiyor demişlerdi. Çalışanların hepsi onun adamıymış veya kadınıymış. Adamlarının dışarıda hovardalık ettiklerini duymuş bir keresinde de hepsini sopadan geçirmiş. Delikanlı adam, bir şöhreti var tabii.

. Aşk Romanlarını Okuyan İhtiyar, Luis Sepulveda, çev.Emrah İmre, 122 syf, Can Yayınları, 2015.

Şöhretin ardında da bir kültürel sermaye, mahallenin namusunu koruyan külhanbeylik. Ülkücülük, ülkücü muhafazakarlık biraz da böyle bir şeydi. Kadınlar bacılar alemiydi. Ne solcular, ki onların kabadayıları da Drej'in versiyonlarıydı, ne ülkücüler eril tahakküm falan bilmezdi. O kuşak, Drej/Uzun 56'lı, çocuklarını kadını ikincilleştiren geleneksel/muhafazakar söylemle yetiştirdiler: Premodern-moderndiler, çocukları da kendileri gibi olsun istediler. O kuşağın –ben de içindeyim- kendilerindeki önceki nesile uyum adına modern ilişki kurma biçimi saçmalamaktı.

ACISI BİTİNCE GÜL BİTTİ DİYE SEVİNENLER

Modern yalan söyleme seçenekleri özgün repertuvarını henüz oluşturma aşamasında olduğundan ebeveynlerinden sopa yiyen son nesildiler. Acısı geçince gül bitti diye sevinirlerdi. Çocukları ise yalan tarihine orijinal katkılarda bulundu. Dershane saatini ve okulun değişken işleyişini keyfine göre takılma izni almak için iyi kullandılar, yalan söylemek dışında bir çözümleri yoktu. Daha önceki hiçbir iki kuşakta olmayan büyük kopuşu/gerilemeyi deneyimlediler. Sopa yoktu, gül bitmedi; diken içlerine battı, çıkaramıyorlar.

Hadi kuşak çatışması yaşayalım dedim Ezgi'ye, nasıl olsa onda malzeme çok. "Dilinizin ucuna gelen şeyi söyleyememek gibi bir probleminiz var sizin?" dedi "Bizim dilde ise hiç ayar yok, kızlara orospu erkeklere yavşak diyoruz. Birbirlerine her mecra ve fırsatta yavşadıklarına inanıyor bu güzide sıfatları da hepimiz için kullanıyoruz. Sizler yadırgıyorsunuz, küfür veya hakaret içerdiğini sanıyorsunuz, oysa bizler için orospuluk/yavşaklık harcıalem. Kilit yaptık, iki ayrı cinsin doğal kapılarını onlarla açıyoruz.

Bunun üzerine Aşk Romanları Okuyan İhtiyar’dan Büyük Gerileme’ye geçtim: ilki, çev. Engin Bilginer, Can, 1993; ikincisi, Haz. Heinrich Geiselber, çev. M.Şahin vd, Metis, 2017. Halbuki “İt ısırığı it! Hükümetler yurttaşlara attıkları sinsi ısırıklarla yaşarlar.” Diyen ihtiyarı çok sevmiştim. Antonio José Bolivar Proaño’ydu adı, “Bu kadar çok özgürlük savaşçısının adını taşımaktan hiç de rahatsız görünmeyen sırım gibi bir ihtiyar...” Eksantrik dişçi Loachim adaya her gelişinde, altı ayda bir, ona aşk romanları getiriyordu. Ne aşka ne de romanlara inandığından ihtiyarı önce nasıl mutlu edeceğini bilememişti. Sorunu bir genelevde çözüldü. Zencilerden hoşlanıyordu ve Joséfina’nın başucunda türlü çeşit aşk romanı duruyordu.

Neyse burada bırakayım da Ezgi’ye sorayım:

. Büyük Gerileme-Zamanımızın Ruh Hali Üstüne Uluslararası Bir Tartışma, çev. Merisa Şahin, Aslı Biçen, Ahmet Nüvit Bingöl, Orhan Kılıç, 232 syf, Metis, 2017.

Kültürel formlar; premodern, modern, postmodern/akışkan?

“Onları aştık, ya da kaybettik, emin değiliz bilmiyoruz; bir eksiklik olarak da algılıyoruz bir yapmacıklık da, karasızız.

Baumann’dan Žižek’e on beş koca kafalı adam ve kadın bu kararsızlığa Büyük Gerileme demişler. Niye öyle dediklerini Geiselberger iyi özetlemiş. Polanyi’nin klasikleşen Büyük Dönüşüm’ünden (çev. Ayşe Buğra, İletişim, 2016; babası Tarık Buğra’dan çok daha zeki olan Ayşe Buğra’ya hayranlığımı bu vesile ile ifade edeyim), 1948’den alıp bugüne getirmiş. “Liberal, seküler devlet, kendisini güvenceye alamadığı koşullardan beslenir” diyen Böckenförde’ye atıf yaparak şöyle diyor: “Belki de, bugün gözlemlenebilen Büyük Gerileme, küreselleşme ve neoliberalizmin risklerinin ortak etkisinin de sonucudur: siyasal idarenin eksikliği nedeniyle küresel düzeyde karşılıklı bağımlılığa yol açan, buna kurumsal ve kültürel açıdan hazırlıklı olmayan toplumları vuran sorunların.”

Elbette editörün bu muhtemel açıklaması benim sorunumu, Türkiye cinsi muhafazakarlıktaki büyük gerilemeyi izaha yetmiyor.

Ezgi’yi biraz daha dinlemeliyim.