Oğuz Atay: Ne evet ne hayır

"Ne Evet Ne Hayır"ın yer aldığı Korkuyu Beklerken, Oğuz Atay'ın romanları kadar mühimdir. Döneminin bir adım ötesindedir.

Google Haberlere Abone ol

Merve Yakut

DUVAR - Søren Kierkegaard, Kaygı Kavramı adlı eserinde masumiyetin cehaletine dikkat çeker: "Masumiyet, cehalettir. Masumiyette insan, bir tin (Aand) olarak değil, doğal koşuluyla dolaysız birliği içinde bir ruh (Sjel) olarak nitelenir. Kişinin tini, düş görmektir... Tin, düşsel olarak kendi etkinliğini yansıtır, bu etkinlik hiçliktir, masumiyet de her zaman kendi dışındaki bu hiçliği görür." Masumiyet, içinde çoğu kez bilmezliği/cehaleti barındırır. Cahil, kendi uydurduklarıyla, yarattığı ve etrafına kabul ettirmek istediği illüzyonlarla bir etkinlik içine girer. Hâlbuki, yarattığı şey, hiçlikten ibarettir. Gerçeğin varolmadığı; rüyaların, kurguların, hakikatmiş gibi anlatılan hayallerin yer aldığı bu evrende kişi, büründüğü masumiyet giysisinden sıyrılıp gerçekliğe ulaşmayı arzular. Grotesk sözler, grotesk eylemler, cahilin bu yolda yanından ayırmadığı araçlardır. Ne var ki cahil, gerçekliğe ulaşmaz; Oğuz Atay'ın da hikâyesinde vurguladığı biçimde, komik, acınası bir duruma düşer.

HİÇLİKTEN KURTULMA ÇABASI

Oğuz Atay'ın 1974'te tamamladığı "Ne Evet Ne Hayır" hikâyesi, masumiyetin cehaletini simgeleyen bir karakterin hiçliğe düşüşü ve bu hiçlikten kurtulma çabası olarak da okunabilir. Hikâye, Atay'ın ilk baskısı 1975 yılında yapılan Korkuyu Beklerken isimli kitabında yer alır.

"Ne Evet Ne Hayır"ın anlatıcı karakteri F.G (yahut çalıştığı gazetenin "Gönül Postası" köşesindeki adıyla, Doktor Akın Korkmaz), bir gün, M.C. isimli genç adamdan sıra dışı bir mektup alır. "İnsanların dertlerine çare bulmak" ile mükellef gazeteci, bu uzun ve trajik(!) mektup karşısında tepkisiz kalamaz; mektubu parantez içlerine yazdığı kâh alaycı, kâh öfkeli yorumlarla okuyucuya sunar.

Hikâyenin bütününe hâkim olan, masum ve cahil M.C, "askerliğini yapmış, lise ikiden belgeli, 24 yaşında, uzun boylu, esmer, ciddi, dürüst bir genç"tir (italik harfler ve virgüller bana aittir.). M.C, saplantılı biçimde sevdiği kızdan mektubunda sürekli olarak "sevdiğim insan" olarak bahseder. Michel Foucault, Büyük Yabancı'da "Yazmak, dilin zorunlu tekrarının sınırlarını çizmek değildir; edebi anlamıyla yazmak, öyle sanıyorum ki, tekrarı eserin can evine yerleştirmek demektir..." der. Atay, bu hikâyesindeki tekrarlar ile metindeki ritmi sağlar, M.C.'nin karakteri hakkındaki ipuçlarını okurun zihnine yine tekrarlar aracılığıyla, ilmik ilmik işler.

merve1 .

Genç adam, mektubunda belirttiği üzere, aşkını itiraf etmiş fakat muhatabından bir cevap alamamıştır: "NE EVET NE HAYIR" (büyük harfler, F.G'ye aittir.) Hikâyeye ismini veren bu söz öbeği de metin boyunca birkaç kez tekrarlanır. Atay, tekrarlar ile pekiştirdiği bu ironik trajedide, karaktere iyiden iyiye acımamızı sağlar. Esasen, alaycılık ile bütünleşmiş bir acıma hissidir bu. Biz de tıpkı anlatıcı F.G gibi, M.C'ye hikâye boyunca hem acırız, hem kızarız, hem de onunla çokça alay ederiz (ben de bu adama karşıyım.).

İlerleyen satırlarda öğreneceğimiz üzere, M.C.'nin aşkı, "sevdiği insan"ın "red red ediyorum" demesiyle reddedilir. Ancak saplantılı genç, bunu bir ret cevabı olarak kabul etmeyecektir: "Cevabınız? dedim. Hayır demedi. Red red ediyorum dedi. Ne evet ne hayır. Red red red ediyorum dedi. Teşekkür ederim."  Bu, hikâyenin en vurucu ve komik kısımlarından biridir: M.C, reddedilmeyi reddetmiştir. Bu kısım, karakterin gerçeği görmeyip kendi gerçeklerine ısrarla tutunmasının da bir örneğidir. Israr, metin boyunca M.C.'de göreceğimiz tutumdur ("anlaşılır gibi değil" diyordu, F.G.; bence de öyle.).

Atay, M.C. karakteri vasıtasıyla dönemin arabesk eğilimine, arabesk tarzını benimsemiş gençlerine dikkat çekmiştir. Genç adamın kendini jiletleyerek dört defa intihara teşebbüs etmesi, üç yıl boyunca aynı şarkıyı dinlemesi, tekinsiz birtakım kişilerle münasebeti, ardından hapse düşmesi; "Tam 4 yıl bıkmadan usanmadan yemeden içmeden uyumadan durmadan dinlenmeden daima kafamı taktım ona" (virgül koyma zahmetine ben de artık girmeyeceğim.), "Bir Allahım bir de ben varım", "Dışarı çıkarsam silahımı ele alacağım." gibi ifadeleri ile anlaşılıyor ki M.C. karakteri ile temsil edilen olgu, arabesk gençliktir.

Öyle ki Atay'ın bu hikâyeyi yazdığı sene olan 1974'te , Orhan Gencebay'ın rol aldığı iki arabesk film birden gösterime girmiştir: "Ben Doğarken Ölmüşüm" ve "Dertler Benim Olsun".  Yazar, işaret etmek istediği arabesk dili kullanarak, arabesk furyayı eleştirir bu hikâyesinde. Alt metinde "Arabesk, komiktir." der. Aşk acısının bunca gürültüyle çekilmesi, komiktir. Aşk uğruna karanlık işlere girişmek, hapse düşmek, uykuyu unutup, yemeden içmeden kesilmek, komiktir. Oğuz Atay, -yazarın mühendisliğini, analitik zekâsını da düşünürsek- hislere böylesine kapılıp mantığı bütünüyle bertaraf eden zihniyete karşıdır. Cehaletle savaşmak için bilimle iştigal edilmelidir.

Yazarın anıtsal eseri Tutunamayanlar'da da bu bakış açısının izlerini görürüz: "Selim, birlikte matematik çalışmalarını teklif etti. Kitaplar satın aldılar: yazın sıcağına aldırmadan çalışmaya başladılar."

"Ne Evet Ne Hayır" için, Oğuz Atay'ın en mizahî metni diyebiliriz. Atay, bu eserinde mizahı ve ironiyi ustalıklı bir dille kullanmış, anlatıcı ile derin bağ kurmamızı mükemmelen sağlamıştır. Sadık Yalsızuçanlar, "Ne Evet Ne Hayır"ı "Muhteşem bir hikâye" olarak tanımlar, akabinde şöyle belirtir: "Oğuz Atay, "Ne Evet Ne Hayır"la bireysel ve toplumsal gerçekliğin nasıl dil dolayımından yansıtılabileceğinin gözkamaştırıcı bir örneğini vermiştir. Dilin bizatihi anlam olduğunu, bir dünya, bir kişilik, bir gerçeklik olduğunu bundan daha çarpıcı anlatan başka bir öykü okuduğumu hatırlamıyorum."  Ben, cahil-âşık gencin mektubu kadar -hatta bu mektuptan ziyade- parantez içlerinde konuşan gazetecinin sesini severim. Bu sesi biraz ukalaca bulurum, bu ukalalıktaki mizah beni güldürür, hoşnut eder.

BİZ BURADAYIZ SEVGİLİ OĞUZ ATAY,  SEN NEREDESİN ACABA?

altay1 .

Mektuptaki cehalet karşısında dehşete düşen F.G., M.C'nin yazım yanlışlarını da sertçe eleştirir. Dertlerine derman bulmak için "Gönül Postası" gibi bir köşeden medet umabilen topluluğa mensup bir insanın imla bilmesi, ne kadar/neden önemlidir? Gazetecinin mektuptaki imla ve anlatım yanlışlarını baştan sona kadar göstermesi, mübalağalıdır. Bu noktada, hikâyenin başında belirtildiği gibi, F.G.'nin lise mezunu bir genç olduğunu hatırlatmak gerekir. O, kıyasıya eleştirdiği genç adamdan yalnızca bir sene fazla eğitim görmüştür. Bu durum, kafa karıştırıcı bir ihtimali aklımıza getirir: M.C'nin mektubu, aslında F.G.'ye mi aittir (Neden olmasın, F.G.? Siz de bilirsiniz, kıymetli yaratıcınız Oğuz Atay, edebî oyunları pek severdi.)? Bu ihtimali destekleyen bir cümle daha var ki metnin hemen ilk paragrafındadır: "Belki de şirkette sessiz ve çekingen davranışlarım yüzünden pek tutunamadım. Galiba fazla sıfat kullanıyordum ve cümlelerim de bir türlü bitmek bilmiyordu."  Fazla sıfat kullanmak yahut cümlelerin bitmek bilmemesi, dil aksaklığı olarak değerlendirilebilir. Mektuptaki cümlelerin yapısını da hesaba katarsak, bu ihtimalin sahih olabileceği fikri, daha kuvvetli hâle geliyor.

Gazetedeki arkadaşlarının ona "manyak" demesi, malum mektubu onlara okuduktan sonra, F.G.'nin mektubu yazan kişiye benzetilmesi de hayli şaşırtıcıdır: "Yarım sayfa okudum ve manyak olduğuma karar verildi yeniden. Oysa bu mektubu ben yazmamıştım. Mektubu yazan M.C.'ye de sevgi ya da acıma duyduğumu söyleyemem. Bana kalırsa bu M.C. akıl ve ruh düzensizliği içinde biri. Ben mektubu okurken gazetedeki arkadaşlardan biri -sözün gelişi arkadaş diyorum, öyle denir ya- bu adam sana benziyor demez mi... Üstüne yürümüşüm."  ("Üstüne yürümüşüm"?.. F.G., kabul ediniz, siz de biraz anormalsiniz. Şahsınıza "manyak" denmesine şimdi, biraz hak veriyorum.) Metin, bu alıntılar ışığında tetkik edildiğinde, Kierkegaard'ın bahsettiği "düşsel olarak kendi etkinliğini yaratma" eylemi, F.G.'nin karakterinde vücut bulmuş olabilir; yazar, küçük burjuva aydını eleştirisini genç adamdaki şizofreni ile göstermiş olabilir; F.G.'nin öfkesi, alaycılığı, küçümsemesi ironik biçimde, bizzat kendisine olabilir. Oğuz Atay, bu durumu muğlak bir anlatım ile oluşturmuş, yorumu okurun muhayyilesine bırakmıştır (Burada, size daha fazla yüklenmeyi kesiyorum, sevgili F.G.).

Hikâyedeki mizaha tekrar dönersek, M.C.'nin 1967 ve 1971 yılları arasındaki serüvenini her okuyuşumda çok güldüğümü belirtmek isterim. "Ne Evet Ne Hayır"ı ilk defa, on dokuz yaşımın heyecanıyla okuduğumda da epey gülmüş, Atay'ın dilinin ne denli güçlü olduğunu düşünerek büyülenmiştim. Sefa Kaplan, Geleceği Elinden Alınan Adam: Oğuz Atay adlı eserinde, bu hikâyenin mizah gücünden söz eder: "Korkuyu Beklerken'i nasıl bulduğumu hatırlayamıyorum bir türlü. Ama, o zamanlar görev yaptığım okulun öğretmenler odasında, "Ne Evet Ne Hayır" hikâyesini okurken esaslı bir kahkaha attığımı gayet iyi hatırlıyorum."

"Ne Evet Ne Hayır"ın yer aldığı Korkuyu Beklerken isimli kitap, Oğuz Atay'ın yedi yıllık yazarlık süreci içinde en az romanları kadar mühimdir. Yazar, tek hikâye kitabını yayımlattıktan iki sene sonra, yazık ki çok genç yaşta, ebediyete intikal etmiştir. Yazarın yaşadığı dönemde kıymetinin bilinmediğini, o hayattayken hiçbir kitabının ikinci baskısının yapılmadığını bilmek, bu yazıyı yazarken canımı en çok acıtan şey. Bugün, 13 Aralık 2016'da, Atay'ın otuz dokuzuncu ölüm yıl dönümünde, onu bir kez daha saygı ve özlemle anıyorum: Biz buradayız sevgili Oğuz Atay, sen neredesin acaba?