Oğuz Atay: Bir hikâye, bir an, hikâye satıcıları

Oğuz Atay'ın ''Demiryolu Hikâyeleri'' film olursa... ''Gitmek, vedalaşmak, ayrılmak, terk etmek ister kasabayı… Gidemez.''

Google Haberlere Abone ol

Kenan Tekeş

DUVAR - Her hikâye anlatıcısı hikâyesini bildiği kadarını anlatır, her hikâye dinleyicisi de hikâyeyi anlatıldığı kadarını bilir.Hikâye anlatıcısı kaldırır zamanın tozunu, hikâyesinin nefes alması için. Zaman, kendi dilinde rüyalar gören anamın çîroklarındaki zaman ve mekânın kıymetinin olmadığı zamanlardaki zamanlardandır. Var’ın Yok’tan hep habersiz, Yok’un ise vardan haberdar olduğu zamanlardır. Zaman; karatma gecelerinin yaşandığı andır.

kenan1 .

BİR HİKÂYE

Mekân; ülkenin büyük şehirlerine uzak bir dağ başı kasabasında adı unutulan bir demiryolu istasyonudur. İstasyon binasına bitişik bir kulübede üç hikâye satıcısı yaşar.Üç hikâye satıcısı… İkisi erkek biri kadın. Üç hikâye satıcısı... Biri Yahudi ve hasta. Öğleden sonraları uykuya, geceleri ise hikâyelerini yazar, temize çeker ve satmaya verirlerdi kendilerini.

Elma, ayran, sucuk-ekmek satıcıları gibi onlar da ellerinde sepetleriyle hikâye satardılar tren yolcularına. İstasyon şefi onlara “esnaf hikâyecileri” ve “memur hikâyeciler” der durur, onlar ise kendilerini sanatçı olarak görürler. Herkesin kendisini uykuya verdiği gecelerin karanlığında, tren istasyona girer girmez onlar, bir gezgin gibi uykularından uyanır, hikâyelerini satmaya çıkarlar.“Elma, ayran, sucuk-ekmek var” diye bağıran satıcılar arasında onlar da sepetlerindeki mallarını yani hikâyelerini satmak için bağırır. Lakin bu dağ başı kasabasına tren pek uğramaz, uğrasa da durmaz, dursa da hikâye alıcısı insan olmaz, insan olsa da hikâyeleri pek olmaz.

BİR AN

Hikâyelerini, istasyon şefinin eskimeye bırakmış daktilosunda yazarlar ve her hikâyeden ancak bir iki kopya çıkarırdılar. Onlar da çoğu zaman müşteriler yani yolcular tarafından güncel olmadığı için beğenilmez… Beğenilmeyen her hikâye elma, ayran, sucuk-ekmek satan satıcılara müşteri olur. En iyi müşterileri rahat yataklarında gece yarısı uyanmaları zor olan yataklı vagon yolcularıdır. Hikâyenin ilk kopyası onlarındır çoğu zaman… İki misli para verirler… Onlar da olmazsa halleri nicedir. Çünkü savaş yıllarıdır ve ekmeğin de pahalı olduğu zamanlardır. Zamanın insafsızlığı gide gide çöker üzerlerine. Uzaktaki savaş bitmesine biter de; biten, eriyen, yok olan bir şeyler daha vardır.

Yahudi genç hikâye satıcısının durumu gün geçtikçe kötüleşir, hikâye yazamaz duruma gelir. Ekspres treni uğramaz olur. Hikâyeler satılmaz, boğazdan mideye ekmek düşmez olur. Açlığın, yoksulluğun, yokluğun hükmünü sürdüğü anın içinde âşık olur iki hikâye satıcısı… Konuşur olur, açlıkları sevgiyle… Dokunur olur, hikâye yazan elleri birbirlerinin açlık içindeki bedenlerine. Kaderleri bu ya çekiştirip durur durmadan... Gazeteler pahalanıp başka araçlarla taşınınca tren istasyonu dışındaki dünya ile bağları gide gide azalır. Azalan bağlar azalan hikâyeler olur… Hikâyeler de azalınca açlık birken birçok olur. Üç hikaye satıcısı... İkisi erkek biri kadın. Üç hikâye satıcısı… Yahudi genç hayata veda eder… Kadın da bir gece trene binerek gider bu dağ başındaki kasabadan.

HİKÂYE SATICILARI

Kalan tek hikâye satıcısı hikâyeler satmaya devam eder... Yazdığı hikâyeleri, ölen Yahudi genç ile âşık olduğu kadının sepetine bırakır… Geçip giden günlerindeki gibi demir yoluna çıkar, hikâyelerini satmak için… Lakin tren uğramaz olur kasabaya, artık ne gideni vardır ne de geleni kasabanın. Trenin ve kimselerin gelmediği kasabada günler yürümeye devam eder.

Gitmek, vedalaşmak, ayrılmak, terk etmek ister kasabayı… Gidemez. Mektup yazmak ister... Yazacağı hiçbir adresi olmadığı için yazamaz. Gidemese de, hiçbir adresi olmasa da yine de yazmak, yazmak, yazmak ister… “Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?” diye size, bize, hepimize seslenir.

 Kitap: Korkuyu Beklerken, Hikâye: Demiryolu Hikâyecileri- bir rüya, Yazar: Oğuz Atay, 1977