Kadın şair değil; şair kadın!

Türkçenin şiir coğrafyasında acaba şair kadınlar ne düşünüyor? İkinci kitabı yeni yayımlanan ve aynı zamanda ilk kitabı ikinci baskısını yapan genç şair kadınlardan Süreyya Aylin Antmen’e yönelttik sorularımızı...

Google Haberlere Abone ol

Bugünün şiirinin iki kanadından birini şair kadınların şiiri oluşturuyor… Çünkü kadınların dünya ve hayat karşısında başa çıkmak zorunda oldukları sorunları büyük. Dünyanın ve hayatın kadınlarda açtığı yaralar daha derin ve hiç de kolay kapanmıyor. Anlatmak için, göstermek için, görünmek için, örneğin erkeklerden daha fazla konuşmak, seslenmek, dile getirmek durumundalar. Başka türlü varoluş imkânı bulmaları zor. Nefes almak için bile nerdeyse seslerini çıkarmak, hatta yükseltmek zorundalar. Çünkü dünyaya ve hayata dönük attıkları her adımda önlerini kesen, seslerini kısmak, baskı altına almak isteyen çoklu bir iktidar bloku var karşılarında. En önde de erilliğin, erkekliğin iktidarı…

Kadın şiiri denilince kadınlara özgü duyarlılığın öne çıkacağına yönelik bir beklenti oluşur. Son derece olağandır bu. Yine aynı şekilde şair kadınların şiirlerinin dilinde, imge yapısında kadın olmaya mahsus tutumlarının, tavır alışlarının öncelikli olması da olağan görülmelidir. Yani şair kadınların şiirinde kadın kimliğine özgü duyarlılığın her şeyin önünde oluşunda da, daha çok dikkat çekmesinde de, okurun bunu aramasında, istemesinde de yadsınacak bir şey yok… Son yirmi yılda şair kadınların sayısı çoğaldı. Hem nitel, hem nicel bir artış gözlemleniyor. Türkçe şiirin içinde büyük bir adım aslında bu. Kadın şairler şiire hem yeni bir seviye, hem yeni bir ivme kazandırdılar, önemli bir açılım sağladılar… Özellikle genç şair kadınlar Türkçe şiirin son çeyrek yüzyılında yeni bir alan yarattılar. Şiirdeki eril, erkek diline, sesine yönelik itirazı güçlendirdiler. Şiirin yürek sıcaklığının düşmesi tehlikesini de gerilettiler diyebiliriz… Yani öyle bir zamanda geldi ki Türkçe şiirin coğrafyasında şair kadınların şiire müdahalesi… Şiirin bütün kapı ve pencereleri adeta ilkyazın boynunda kırmızı fularlı ayı olan mayısa sonuna kadar açıldı…

Sorunların iç içe geçtiği; varlığın, varoluşun bin bir türlü sıkıntıyla başa çıkmak zorunda kaldığı bir çağda yaşıyoruz? Duygularımıza, düşüncelerimize yönelik bir yandan yoğun bir baskı, bir yandan da özgürleşme mücadelesi sürüyor insanın, insanlığın. Bu uğraşının kültürel alandaki önemli etkinliklerinden biri de şiirde izleniyor.

Dünyanın, hayatın bir yanda gitgide yoğunlaşan karanlık gidişatı, bir yanda bu karanlığı dağıtmaya yönelik direniş. Bu tablo karşısında Türkçenin şiir coğrafyasında acaba şair kadınlar ne düşünüyor? İkinci kitabı yeni yayımlanan ve aynı zamanda ilk kitabı ikinci baskısını yapan genç şair kadınlardan Süreyya Aylin Antmen’e yönelttik sorularımızı…

Her şairin; başlangıç sürecine ait iki aşamalı bir hikâyesi olduğuna inanırım… Birincisi şairin ilk yayımlanan şiirine kadarki döneme aittir; ikincisi de ilk yayımlanan kitabına kadarki sürece… Şair için bu iki dönemin anılarının, deneyimlerinin aynı zamanda kurucu rol oynadığını da düşünürüm. Bu konuda senin anlatacakların neler olabilir?

Yazmaya başlamamla ilk şiirimin yayımlanması arasında on yıllık bir süreç var. Bu yönden katılıyorum size, bu sürecin kurucu etkisi yadsınamaz bir şekilde şiirimdedir. Kitaplarlasureyya-aylin-antmen2 ve daktilo edilmiş şiir sayfalarıyla dolu, üstelik dergi de hazırlanan bir evde büyüdüm. Evde daktilo sesi kesildiğinde, sanırım daha o günden devam etmeye karar verdim ve o ses hep hayatımda oldu.

Bütün o sarsıcı ve yeniden kurucu deneyimler, bir mucizenin sırrını taşıyan anılar... Bir eşi, dokusu ancak şiirin kubbesi altında bulunabilecek şeylerdi benim için. Zorlayıcı olduğu kadar büyülü de bir alan. Deneyimlerim yolumu şiirle kesiştirdi, ifade alanını şiirle kurdu. Şimdi düşününce başka türlü de olamazdı gibi geliyor.

İlk şiirim 2004 yılında Patika dergisinde yayımlandı. Kitabımın çıktığı 2011 yılına kadarki sürecin biraz daha zorlayıcı geçtiğini söyleyebilirim. Bir yol açmak, o yolda yalnız kendi sesini duyarak ve sadece sezin yoluyla ilerlemek; bir yandan da yolun zorluklarına karşı direnmek, mücadele vermek kolay değildir. Kurucu sayılabilecek, ama daha çok tetikleyici bir etkisi olmuştur bu sürecin de.

Bu ilk dönem bende her şeyin oluştuğu, olan biten şeylerin bir karşılık bulduğu ve bir kimlik edindiği sürece de denk geliyor aynı zamanda. Hem felsefî hem ideolojik bir zeminde ilerleme gayreti içerisindeyken yaşananlar şiirimin de şekillenmesini sağlamıştır.

Şiir, kadın ve kadın şair denilince ne düşünüyorsun?

Bu konu, şiir gündemini ne yazık ki çok meşgul etti, halen de üzerine konuşulmaya devam ediyor. Zaman zaman bizler de fikirlerimizi söyledik. Kadın şair dediğimizde, zaten ortaya büyük bir sorunun varlığını yerleştirmiş oluyoruz: Cinsiyetçilik. Buna karşılık biz de ısrarla vurguluyoruz: Kadın şair değil; şair kadın... Ancak böyle bir vurgu bile külliyen gereksiz bana kalırsa. Şiirin, içten içe erkek egemen dilin kültürel kodlarıyla belirlendiğinin ve kadının da bu sınırların içine çekildiğinin, adeta ikincil özne olarak görüldüğünün pek de gizli olmayan bir göstergesi bu tür ayrımlar. Alt metinde bunu okuyoruz. Şair şairdir, kadının özellikle vurgulanmasını ve bu yönde bir ayrımcılığı zul sayarım.

Buradan baktığımızda kadınların yazdıkları şiir bir hesaplaşma dilini de içerisinde barındırıyor diyebiliriz. Bu hesaplaşma, çok uzun bir zaman boyunca erkek egemen kültür tarafından kuşatılmış, bastırılmış ve yok edilmeye çalışılmış olan kadın sesini şiirde güçlü bir şekilde duyurma, varlığını açık yüreklilikle ortaya koyma şeklinde gerçekleşiyor. Esasında değişen dünya koşullarının da etkisiyle kadının yazmayı seçmesi ve bunda ısrar etmesi bile başlı başına bir hesaplaşmadır günümüzde; çünkü varlığı çok uzun yıllar boyunca erkeklerin yazdığı şiirlerde bir özne, hep bir cinsellik simgesi olarak kalmıştır. Artık eril dili parçalamak, yıkmak ve sesimizi, gücünü kendinden alan bir cüretle yükseltmek gibi bir derdimiz var. Üzerine çok konuşulacak bir konu bu aslında, kadın ve şiir dediğimizde ister istemez söz bu alana çekilmiş oluyor. Kısacası şiir üzerine düşünür ve konuşurken merkeze varlığı koymamız gerektiğini savunuyorum.

Şiir dediğimizde ise sadece yaşamı; binlerce kez ölmeden ölmeyi ve küllerinden yeniden doğrulmayı düşünüyorum. Köklerin kanatlanma isteği var şiirde; tarihin karanlık tortusu ve insan ruhunun karanlığı içinden aydınlığı söyleme ve gösterme çabası. Çok geniş bir ifade alanı bu benim için.

Şairin etkilenmeyeni yoktur. Senin şiirini etkileyen, açıktan ya da örtük olarak besleyen kaynaklar hakkında neler söyleyebilirsin? Şiirin geçmişten günümüze kadarki birikimiyle nasıl bir ilişki içindesin?

Bu birikimi sanırım ruhen hissettim hep, içimde çok derinlerde bir yerde bir köz ateşi gibi yanmakta olduğunu çok güçlü şekilde hissettim ve okuma pratiklerimde de kendime eş ruhlarla yakınlık kurdum.

Etki alanı çok geniş aslında, şiirimin etkilenmediği bir şey olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim, yazmak çok bireysel bir deneyimdir çünkü. Belli başlı etkiler de var, sınırlandığını, baskı alsureyya-aylin-antmen3tında olduğunu hissetmek de tetikleyici bir etkidir örneğin... Öncelikle yaşadıklarımızdan, sonrasında toplumsal olaylardan etkileniyoruz; vicdanî olanın alanı bizim de etkilenme alanımız. Şiirimi besleyen kaynaklar özelde deneyimler, rüyalar, varoluş kaygısı; genelde ise sinema, tiyatro, kitap ve müzik gibi insan ruhunu ve algısını yükselten şeyler etrafında odaklanıyor. Fakat bu etkiler şiirimi yazarken başlı başına gözettiğim şeyler değil, daha içerde, oluşumunu benim de asla tam olarak kavrayamayacağım, birbirinden bağımsız farklı dinamiklerden beslenen bir ezgi var bana eşlik eden... Bu ezgi bana “içerdeki insan”, yani o unutulmuş yabancıymış gibi geliyor.

Ruhumun karanlık bölgelerinde gezinen ve beni içten içe kemiren bir tırtıl var, işte onun varlığı, bir gün bir kelebeğe dönüşerek kanatlanacak olma ihtimaliyse şiirimi besleyen en güçlü şey.

Şiirlerini okuyanlarla ilgili bir hayalin, öngörün var mı? Örneğin yeni yayımlanan ikinci kitabın “Geceyle Bir”i okuyan birinin duygusuna, düşüncesine şiirlerinin, dizelerinin nasıl yansıyacağına, sesinin onda nasıl yankılanacağına yönelik bir öngörün var mı? Okuruyla şiirinizin nasıl bir etkileşim oluşturacağını düşünüyorsunuz?

Hayır, böyle bir öngörüm yok. Bir şiir okuru olarak okuduğum şiirle sarsılmayı, büyülenmeyi, yükselmeyi ve başka dünyalara özgü bir nefes alabilmeyi gözetirim. Şiirimde ancak okur adına benzer bir etkilenmenin gerçekleşmesini diliyorum, yani “Geceyle Bir”in okurda, insan ruhunun güneşi olarak gördüğüm geceyle birleşmesini. Bu, şiirle okur arasındaki en güzel yakınlık.

“Geceyle Bir”deki şiirler çok sarsıcı bir sürecin şiirleri. En coşkun yerinde bir anda duruyor ve bakışını utanca, acıya, zulme; günümüzün gerçekliğine çeviriyor. Bir sızı gibi. Okurun, bir çatı kurma kaygısından uzak, çok içerden ama kendisine olabildiğince uzaktan yakınlaşmayı seçmiş bir dil bulacağını düşünüyorum.

Bugünün şiirini genel olarak nasıl değerlendiriyorsun?

Yazılmakta olan şiiri yakından takip ediyorum, özellikle gençlerin şiirini. On yıl öncesinde şiirde bir durgunluk, tıkanıklık vardı, belki de bir birikmeydi bu. Şimdiyse günümüzde yazılan şiir bir taşkın gibi. Artık genç şiirin önünde daha fazla imkân, çok daha geniş bir ifade alanı var, ilgi de bu alanda bir ivme gösteriyor. Sesi yüksek, derdiyle hemhal, ancak etkisi sönük bir dilin revaçta olduğunu da görüyorum şu sıralar. Bunu da çok olağan karşılıyorum, iyi şiir hep kıyıda köşede kalmak zorunda bırakılmıştır çünkü. Bize de o iyi şiirin izini sürmek, keşfetmek düşüyor.

Şiirde kendini yıkan ve yeniden kuran, yaşayan bir dili önemsemişimdir. Kadınların dili bu yönden daha güçlü, hayal gücünü uyandıran, keskin ve daha engin bir ufka sahip geliyor, bu yüzden bu şiirleri daha yakından takip etmeye çalışıyorum. Dilin sınırsızlığı, yaşamın mucizevi dokunuşu, yaralarımızın direnci bu güçlü dille göneniyor.

YENİ ÇIKAN KİTAPLAR

‘Dışarıda Kalmış Şiirler’

Yapı Kredi Yayınları, Oktay Rifat’ın kitaplarına girmemiş şiirlerini “Bu Dünya Herkese Güzel (Dışarıda Kalmış Şiirler)” adıyla şiir okuruyla buluşturdu. Şairin kitaplarında yer verilmeyen dergilerdeki şiirlerini Mehmet Can Doğan derlemiş. Oktay Rifat’ın masasının üstünde bir şey bırakmadığı söylendiği için olsa gerek yayıncı kitaba şu açıklamayı koymuş: “Bu kitaptaki şiirler şairin vasiyetine uyularak bütün şiirleri ciltlerine hiçbir zaman eklenmeyecektir. Daima ayrı basım olarak kalacaktır.”oktay

Oktay Rifat’ı şiirlerini dikey okuyarak yorumlayan isimlerden biri olan Cemal Süreya kuşbakışı bir bakışla şunları yazar: “Başta yadırgansa da birbirinin tersi olarak belirmiş dönemler ve bu dönemlerin ürünleri birbirine bağlanıyor; eklem yerleri o ters çıkış noktaları olmak üzere."

Türkçe şiirin olimposunda yer alan şairlerden biri olan Oktay Rifat’ın şiirlerini modernizm, modernleşme sorunsalı odağında ele alarak son derece kapsamlı inceleyen Orhan Koçak da şu değerlendirmeyi yapar: “Oktay Rifat'ın imgeleri, başka bir şeyin, inanılmayı bekleyen daha yüksek bir varlık alanının simgesi değildir; sadece kendilerinin, ama bir yokluk olarak kendilerinin simgesidirler, kendi yokluklarının eğretilemesidirler. Ve kendi yarattıkları yanılsamayı kırarken, bu yanılsamanın çevresinde oluşan tutucu denklemi de askıya alırlar."

Bir başka önemli isim, Cevat Çapan’ın da Oktay Rifat için “Ufkun ötesine bakarak var olmanın gizlerini okuruyla paylaşan cömert bir bilge” tanımlamasını yaptığını belirtelim…

Yetmiş kuşağının kült şairinden…

Everest yayınları yetmiş kuşağının kült şairi Ahmet Telli’nin son kitabı “Bakışın Senin”i yayımladı. İlk kitabından itibaren kitapları üst üste baskılar yapan Ahmet Telli, toplumsal sorunları şiirinin odağına yerleştirmesiyle bilinir. Telli son kitabı “Bakışın Senin”de bakışını bir kamera gibi kullanarak kâh dışarıya yöneltiyor bütün dikkat ve inceliğiyle, kâh içeriye döndürtelliüyor tüm kederiyle.

Kitap “Veda Divanı”, “Bakışın Senin”, “Dörtlükler” ve “Zeyl” ana başlıklı dört bölümden oluşuyor. “Bakışın Senin” hem kitabın adı, hem bir bölüm, hem de bir şiirin başlığı olmasıyla dikkat çekiyor:

Şiir şu dörtlükle başlıyor:

“Bakışın senin: çatılara yuva yapmış kırlangıç hızı

Ağustos denizinin çırpınışı, bahçeye inen çocuk

Bir romanın ilk cümlesi oluyor alnına düşen saç

Ulusal müzeye kabul edilmeyen aykırılıksın sanki”

Ayrılık burcu şiirleri

Şükrü Erbaş, 1984’te yayımladığı ilk kitabı “Küçük Acılar”dan itibaren sevilen, günümüzünse usta şairlerinden. Erbaş, yıllar içinde şiirini büyütmüş, geliştirmiş ve son otuz yılın iyi şairlerinden biri olmuştur… Şairin kitaplarını yayımlayan Kırmızı Kedi Yayınları önce tüm şiirlerini “Bütün Şiirler” başlığıyla üç ciltte toplamış, ardından da “Bağbozumu Şarkıları” (2012) ve “Pervane” (2015) adlı kitaplarını yayımlamıştı. Yayınevi son olarak şairin erbas“Yaşıyoruz Sessizce” adlı kitabını buluşturdu Erbaş’ın okurlarıyla…

Şeref Bilsel’in arka kapakta belirttiği gibi kitap sevilen kişinin kaybından doğan acıyı, kederi, üzüntüyü dile getiren mersiye ya da saygı ya da ağıt diyebileceğimiz türün özelliklerini içeriyor. Denebilir ki bu yönüyle Erbaş, hem kendi kişisel kaybını şiirin belleğine kaydediyor hem de bir türü yeniden şiirin gündemine taşıyor…

Kitap şairin eşine ait olan son derece incelikli bir cümleyle başlıyor: “babanız içerde şiir yazıyor diye çocuklarımı sessiz ağlattım ben.”

Aşağıda alıntılanan dizeler kitabın arka kapağında da yer verilen “Sonsuzun Uçları” adlı şiirden:

“Ayrılık burcum…

Parmaklarım birer mihrap çırası

Gövdem bitene kadar tüteceğim başında.”

‘Kusurlu Bahçe’nin, 4. baskısı

Yeni kapağı ve yeni boyutuyla bir kere daha buluşuyor okuruyla Mehmet Said Aydın’ın ilk şiir kitabı “Kusurlu Bahçe”. Kitabı yayımlayan 160. Kilometre ise sadece şiir ve şiir üzerine metinler basan birkaç butik yayınevinden biri. Okuruyla ilk kez yayınevinin başlangıç kitaplarından biri olarak buluşan “Kusurlu Bahçe”,  yayımlandığında Arkadaş Z. Özger İlk Kitap Özel Ödülü’nün de sahibi olmuştu…kusurlu

Kitapta yer alan “ Duydum” başlıklı şiirden:

“biraz soluklanırsam eğer, her şeyi anlatacağım,

bağırmaktan geliyorum

duydular, söylemiştik onlara garsonlar için

bağırmamız gerektiğini

ölüler niçin öldükleri yaşta kalırlar ya deliler kaç yaşındadır? meydanlardaydım

duydular, biz bazen ölü bazen deli olarak oradaydık çünkü buydu onların istediği

soluklanmak için bulduğum ilk meşenin altını kazdım, oradan geliyorum”

KISA... KISA...

TYS’den nükleer savaş karşıtı bildiri

Türkiye Yazarlar Sendikası, “Nükleer Savaşa Karşı Şiirle Barış” başlıklı bir bildiri yayımlayarak dünyanın bütün şairlerini savaşa karşı birleşmeye çağırdı. TYS’nin kamuoyuyla paylaşılan bildirisinde şiirin savaşa karşı etkisi Filistinli şair Mahmud Derviş’in sözüyle vurgulandı: “Şiir, bir savaş uçağını düşüremez, ama pilotunun düşüncelerini değiştirebilir.” Bildiride “Savaş, ancak ölüm getirir. Savaş öldürür, şiir yaşatır” ifadeleri de yer aldı.

Fanzinler dünyaya sızan kır papatyaları

Şiir dergileri arasında şiir fanzinlerinin şiire özgü bir ayrıcalığı var… Kitapçı raflarında onlarca derginin arasındaki varlıkları kaldırımlarda, duvarlarda, taşların arasında kendine bir çatlacinaysek yaratıp inatla dünyaya sızan o kır papatyalarının edasını taşır…Kültür sanat edebiyat fanzini olarak okura sunulan Cin Ayşe dergisini de öyle görüyorum… Cin Ayşe’nin 15. sayısı Güz 2016 çıktı. Derginin kapağını açar açmaz bir notla karşılaşıyorsunuz: “Bu sayı bütün kalbimizle Nemciye Alpay ve Aslı Erdoğan’a adanmıştır.” Sayfanın üstünde de Walter Benjamin’den bir alıntı: “Tarihin yıkıntıları bir meleğin ayakları önüne fırlatılmışsa meleğin kanatlarını cennetin fırtınası dolduracak…”

Derginin arka kapağında katkıda bulunanlar “deltaya su koyanlar” olarak sunuluyor. İşte o isimler: Adrienne Rich, Anat Zecharia, Anita Sezgener, Anne Carson ile söyleşi Eleanor Wachtel, Anne Sexton, Arzu Eylem, Asuman Susam, Audre Lorde, Ayten Kaya Görgün, Begüm Şahan, Bora Başkan, Brenda Hillman, çevirmen Gülkan Noir, Cinzia Farina, Claudia Rankine, Defne Sandalcı, Diana Di Prima, Ece Apaydın, Elif Sofya, Ellen Bell, Emel Kaya, Fatma Nur Türk, Ferah Doğan, Filiz İzem Yaşın, Frida Kahlo, Hila Lahav, Julia Kristava ile söyleşi Nina Zivancevic, Kim Dingle, Mary Ruefle, Melek Avcı, Nafia Akdeniz, Nguyen Trinh Thl, Öznur Aksoy, Ruth Stone, Selcan Peksan, Serpil Odabaşı, Sevinç Çalhanoğlu, Sinem Vardar.