Düğüm

Sonrası daha vahim Kundera’ya göre: “ …ben’imizin bir simgesi haline gelmesini istiyorsak, bu aşk uğruna savaşmaya niyetli olduğumuzu cümle âleme ilan etmemiz gerekir.” Tanıdık geldi değil mi?

Google Haberlere Abone ol

Zelal Arslan

“Kendi uyandırdığı bir arzuyu gerçekleştirmemizi önleyen kişiden gerçekten nefret ederiz. Nefret duyan kişi, bu nefrette saklı olan hayranlık nedeniyle önce kendinden nefret eder.” (Rene Girard/ Romantik Yalan ve Romansal Hakikat)

rene-girard Rene Girard, Metis Kitap, Çev. Arzu Etensel İldem

Seni ve kendimi anlatabilmek için bundan daha iddialı cümleler kuramıyorum. Arzum senin varoluşunda, sende. Yasak meyve misali göğsünün üzerinde taşıyorsun. Bir an tıka basa besleniyorum seninle, öbür an açlıktan ruhum çekiliyor. İşte o açlık, tüm deliliğimi başlatan devasa bir açlık. En büyük arzum sende, senin içinde. Vampir gibi çekmek istiyorum kanından hepsini…

Sarılıyorum boynuna, kokun doluyor önce bedenime. Kendim olmayı bırakmadan sen olmak isteği bu. Olmuyor. Önümdeki duvar yine sensin. Dur orada diyen, dur! diyen. Sensin. Ve çöküyorum dizlerimin üzerine. Kendimi bırakıp sen olsam diyorum. ‘Ötekinin tözünde erimeyi istemek' bu işte. Açlık bu. Bunu istediğim için nefret ettiğim benliğim, sonra izin vermeyen sen… Açlık, nefret, arzu… Olmuyor.

Kendini sev! Her çırpınış bunun için. Üçgen arzu denklemim burada sapıtıyor. Ben, Öteki ve Ötekinde-Ben. Kendim olarak sende sevilen beni bulup beni seveyim. Ne denklem ama! Bir paragraftan seçiyorum seni (Farzet ki Freud haklı ), uyandırdığın arzuyu iliklerime kadar hissediyorum. Tatmin olabilmemin tek yolu var, bu arzuyu gerçekleştirebilmek. İçine baktığımda beni bulmalıydım. Hayranlıkla baktığım adamın içinde kendim olarak sevilen ben. İçindeki aşkınlık… Kıymetlendirilen benlik… Kendini sevmek…

milan Milan Kundera, Can Yayınları, Çev. Aysel Bora

Denklem hep aynı. Sonuç değişken. Bulduğun, bulamadığın… Tokluk, açlık, delilik, haset, nefret, aşk… Sürekli değişen, huzur vermeyen. Bırakıp gittiğinde üçgenin bir köşesini alan rakipler, ki onlar -Stendhal’in dediği gibi- “ olmasalardı, eğer olmadıklarını sansaydık… Çünkü gerçekte var olmaları gerekmez.” Ötekindeki benin yerini çalan, çalacak olan rakipler… Geri dönmeliyim! Geri dönüp onun tözünde eririm, varsın eriyeyim. Geri dönmeliyim… Olmuyor. Eridiğimde külüm ben’ime öfke. Bu da olmuyor.

Kundera demişti Ölümsüzlük’te, “taklit edilemeyecek biriciklikte bir ben yaratmak için ekleme yapmak.” Ben’im biricikliğim sendeki aşkınlığımdı sanırım. Benime eklediğim sendin. Ya da eklemeye çırpındığım, ekleyemeyince çıldırdığım. Sendin… Sen’i sonuna kadar emip kendimde hapsetmeliydim. Sonrası daha vahim Kundera’ya göre: “ …ben’imizin bir simgesi haline gelmesini istiyorsak, bu aşk uğruna savaşmaya niyetli olduğumuzu cümle âleme ilan etmemiz gerekir.” Tanıdık geldi değil mi?

Ahhh… Ne derin öldürdük birbirimizi. Nasıl da derin, nasıl da ulaşılmaz. Nerede başladı tüm o gerçekleştirilemeyen arzular? O açlık nerede unutuldu da doyurulamadan evrildi kan emmeye can atan bir vampire? Bilmiyorum.

yenicikanlar YENİ ÇIKAN KİTAPLAR

Şimdi bunu tersten oku. Çevir baş aşağıya, tüm ben’leri sen yap. Sen de açsın. Sen de eridin. Gerçek aşk, nesnesini dönüştürmezdi değil mi? Eriyip eriyip yeni kalıplara döktük elimizde kalanları. Gerçek aşkı yaratamadık mı dersin… Bilirim, çok kızarsın ‘ben’ ile başlayan cümlelere. Biz yap hepsini. Biz… Baştan aşağıya olunamayan biz. Kanları çekilmiş iki vampir. Ve doyurulamayacak bir açlık…

“Hayatta dayanılmaz olan, var olmak değil, kendi ben’i olmak... Olmak; çeşmeye, evrenin ılık küçük bir yağmur gibi içine damladığı taş yalağa dönüşmek." (M.Kundera / Ölümsüzlük)