91 yıllık konağın hikayesi kitap oldu

Bozlu Art Project'te Galeriler ve Enstitü yöneticiliği yapan Özlem İnay Erten kaleme aldığı Şişli'de Bir Konak ve Mimar Giulio Mongeri kitabını Duvar'a anlattı.

Google Haberlere Abone ol

Kültigin Kağan Akbulut  [email protected]

2013 yılında Nişantaşı'nda açılan galerisiyle Türkiye modern ve çağdaş sanatından işlere ev sahipliği yapan Bozlu Art Project mart ayı itibariyle destekçisi Bozlu Holding'in genel merkez binası olarak kullandığı tarihi konağı bir sanat merkezine dönüştürdü. Sergilerin yanında sanatçı konuşmaları, atölyeler ve arşiv kütüphanesiyle de ileriki yıllarda önemli bir merkeze dönüşebilecek kapasitedeki binanın bir de Türkiye tarihini özetleyen ilginç bir hikayesi var.

1925 yılında İtalyan asıllı mimar Giulio Mongeri tarafından konak olarak inşa edilen bina Şişli'nin 100 yıllık dönüşümü içinde birçok kez farklı amaçlarla kullanılır. Cumhuriyet'in anıtsal kamu yapılarında da imzası bulunan Mongeri hakkında şu ana kadar çok fazla araştırma yoktu. Hem ulusallaşma nedeniyle Türk olmayan mimarların isimlerinin gözden düşmesi, hem de Modern Mimarlık akımı nedeniyle Mongeri'nin ismi basılmayan tezlerde saklı kaldı. Bozlu Holding de hem mimara bir saygı olarak yapının ismini Mongeri Binası olarak değiştirdi, hem de Bozlu Sanat Yayınları'nın ilk kitabı olarak binanın tarihini anlattı. Bozlu Art Project'te Galeriler ve Enstitü yöneticiliği yapan Özlem İnay Erten'le kaleme aldığı Şişli'de Bir Konak ve Mimar Giulio Mongeri kitabını konuştuk.

Bu kitabı yazma fikri nasıl doğdu? Mongeri hakkında şu ana kadar çok bir kaynak yoktu, gördüğüm kadarıyla. Hangi arşivlerden yararlandınız? Orijinal kaynaklara ulaşmanız zor oldu mu?

Başlangıçta mimarlık tarihiyle ilgili bir yayın çıkarma gibi bir fikrimiz yoktu, gerçekleştirmeyi planladığımız projeler daha çok düzenlediğimiz sergiler, bunlarla ilgili sanat konuşmaları ve sanatçılar üzerineydi; fakat Bozlu Sanat Yayınları’ndan çıkacak ilk kitabın, içinde yaşadığımız binayla ilgili olmasının anlamlı olacağını düşündük. Mongeri ve eserleri hakkında hazırlanan tezler ve bazı makaleler var; fakat şimdiye kadar ne yazık ki Mongeri Binası ya da mimar Mongeri'yle ilgili bir kitap çalışması yapılmamış. Mimarlık tarihiyle ilgili yapılan akademik çalışmalar ise daha çok mimarın eserlerine odaklanıyor, yaşamı hakkındaki bilgiler çok azdı. Bir de ölüm tarihi gibi gazete arşivlerinden bulunabilecek çok basit bilgilerin bile kaynaklarda yanlış olarak sürekli tekrarlandığını gördük. Sanat tarihindeki en büyük sorunlardan biri de ana kaynaklara, belgelere, arşivlere inilmeden, yakın tarihli kaynaklar üzerinden yapılan çalışmalar sıklıkla birbirini ve dolayısıyla yapılan yanlışlıkları da tekrarlıyor. Özellikle binanın tarihini ortaya koymaya çalışırken elimizde hiçbir materyal olmadığı için oldukça zorlandık. Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi tapu kayıtları, gazete arşivleri ve dönemin tanıklarıyla görüşerek bu alandaki eksikliği gidermeye çalıştık. Kütüphanelerde mimarlık tarihiyle ilgili yayınları taradık. Mongeri’nin İtalya’da yaşayan torununa ulaşıp, ondan çok sayıda bilgi ve doküman aldık. Tüm bu kaynaklara ulaşabilmenin zorluğunun yanı sıra Osmanlıca ve İtalyanca kaynakların Türkçeye çevrilmesi ve dönemin tanıklarına ulaşabilmek bizi bir hayli zorladı.

mongeri Bozlu Sanat Yayınları'nın ilk kitabı...

Bozlu Art Project’in binası dışında Salt Ulus da Mongeri tarafından inşa edilmiş. Bir mimarın iki binasının da bir sanat mekanına dönüştürülmüş olmasını nasıl yorumlarsınız?

Sadece Mongeri’nin eserleri değil bu tarz tarihi yapıların restore edilerek, günümüz ihtiyaçlarına yönelik bir işlev kazanması ve kamuya açılması bence onların yaşamasını da sağlıyor ve topluma bir tarih bilinci kazandırıyor. Örneğin Mongeri Binası, Cumhuriyet Dönemi I. Ulusal Mimarlık Akımı’nın sivil konut mimarisine yansıyan Türkiye’deki önemli örneklerinden biri. Mongeri ise İstanbul’daki Maçka Palas, St. Antuan Kilisesi, Karaköy Palas, Taksim Anıtı’nın kaidesi, Ankara’daki Ziraat Bankası, İş Bankası, Osmanlı Bankası gibi yapılarını herkesin bildiği önemli bir mimar. Bugün bu binanın içinin insanlar tarafından gezilebiliyor olması ve üstelik bir sanat mekânına dönüşmesi ülkemizin kısır sanat ortamı için son derece önemli bir örnek teşkil ediyor. Başlangıçta Sadıkoğlu ailesinin konağı olarak kullanılan Mongeri Binası, daha sonra edindiği işlevlere bağlı olarak Pakize Tarzi Kliniği, Ataman Kliniği, Yüzyıl Işıl İlkokulu, Taib Yatırım Bank gibi isimler almış. Türkiye’nin modern anlamda ilk özel doğum kliniği olması gibi edindiği işlevler açısından da son derece dikkat çekici, binaların tarihi araştırılırken bu konularda göz önünde bulundurulmalı.

2007 yılında Dr. Şükrü Bozluolçay tarafından satın alınan binanın mimarına saygı niteliğindeki bir yaklaşımla “Mongeri Binası” olarak isimlendirilmesi ve günümüzde bir sanat merkezine çevrilmesi bizim için oldukça anlamlı. Bu binada çok sayıda kişinin yaşanmışlıkları, anıları var, binanın kendine özgü bir ruhu var. Binaya baktığınızda o dönemde artan milliyetçilik hareketleriyle birlikte Osmanlı ve Selçuklu mimarisinden yola çıkarak milli bir mimari yaratma çabalarının yansımasını görüyorsunuz. Tek tek yaşayan kişiler açısından baktığınızda son derece enteresan pek çok yaşam öyküsü iç içe geçiyor. Böylesine önemli, tarihi bir binayla çağdaş sanat eserlerini buluşturma fikri bizim için başından beri oldukça heyecan vericiydi. Şimdi bu kontrastlığın bina ve sanat eserlerinin algılanması konusunda ortaya güzel bir sonuç çıkardığını görüyoruz. Şişli’de bu kadar merkezi bir yerde onca çarpık yapılaşmanın, apartmanların, plazaların ortasında böyle bir binayla karşılaşmak birçok kişi için hayranlık uyandırıcı.

Mongeri Binası farklı kullanım amaçlarıyla birçok değişikliğe uğramış. Şu ana kadarki dönüşümlerden ne kadar zarar gördüğünü düşünüyorsunuz? Siz yenileme sürecinde nelere dikkat ettiniz?

Zaman içinde edindiği işlevlere bağlı olarak şüphesiz binaya yanlış müdahaleler olmuştur. Pakize Tarzi anılarında 1949 yılında doğum kliniğine çevrilen konakta bazı tadilatlar yapıldığını örneğin tahta merdivenlerin mermere dönüştürüldüğünü yazıyor. Bununla birlikte bu yıllarda konakta daimi bir elektrikçi ve boyacı çalıştırıldığını ve konağın bu sayede bakımlı kaldığını da biliyoruz. 1990’lı yıllarda bina özel bir okula dönüştüğünde ise o günün deprem yönetmeliğine göre binanın kapsamlı bir onarımdan geçtiğini biliyoruz. Yıllar içinde yapılan bu tarz çalışmalar sırasında binanın orijinalitesine ne kadar sadık kalındı, bu çalışmaların ne kadarı başarılı oldu bunu bilebilmek zor tabii. Ama bina bu tarz işlevler kazanmasaydı çürümeye terk edileceği de bir gerçek. Binanın 1980’li yıllarda çekilmiş bir fotoğrafına ulaştım. Bina son derece harap bir halde, bu kötü hali dıştan bile bariz bir şekilde belli oluyor. Fakat 1990’lı yıllardan sonra binanın restorasyonunu yaptıran kişiler profesyonel mimarlık firmalarıyla çalıştıklarını ve binanın orijinal yapısına mümkün olduğunca sadık kalındığını söylüyorlar. Zaten Anıtlar Kurulu’nun tarihi eser sayılan bu tarz binalarda yapılacak en ufak müdahaleyi dahi denetlemekle yetkili olduğunu biliyoruz.

Mongeri’nin kariyerini kitapta Batı Etkili Eklektik Üslup, Ulusal Mimarlık Akımı ve Modern Mimarlık Akımı olarak üçe ayırıyorsunuz. Türkiye’nin anıtsal binalarını oluşturan bu üç akım içinde Mongeri’nin yerini nasıl tanımlarsınız?

Bu aslında benim yaptığım değil konuyu benden önce çalışan mimarlık tarihçilerinin yaptığı bir ayrım. Birinci üslup Mongeri’nin İtalya Brera Akademisi’nde eğitimini aldığı klasik mimari eğitimin izlerini taşıyor. Zaten Mongeri’nin okulunun en başarılı öğrencilerinden biri olduğu ve bu konuya ne derece hâkim olduğu bilinen bir gerçek. Modern Mimarlık Akımı ise Mongeri’nin de belirttiği gibi kendini bu alanda başarılı görmediği, uygulamaktan çok da hazzetmediği ve belki de geçici bir moda gibi gördüğü bir üslup. Bence Mongeri’nin Türkiye’de en çok etkili olduğu üslup klasik Osmanlı ve Selçuklu mimari eserlerinden ilham alınan I. Ulusal Mimarlık Akımı. Zaten Mongeri, Vedat Tek ve Mimar Kemalettin'le birlikte bu akımın bilinen en önemli temsilcilerinden biri sayılıyor.

Şişli Mongeri Binası (10)

Mongeri 1910 yılında Sanayi-i Nefise Mektebi’nin mimarlık bölümünün başına getiriliyor ve birçok Türk mimarı yetiştiriyor. Sizce eğitmen olarak Mongeri’nin nasıl bir önemi var?

Mongeri Akademi’de yaklaşık yirmi yıl boyunca sürdürdüğü eğitimcilik kariyeri, Türk mimarlık tarihi açısından oldukça önemli. Arif Hikmet Koyunoğlu, Sedad Hakkı Eldem, Şevki Balmumcu, Macit Rüştü Kural, Hüsnü Tümer gibi çok sayıda önemli mimarımızın yetişmesine katkıda bulunmuş. Uzun yıllar boyunca görev yaptığı Akademi’de öğrencileri tarafından “İyi Mimar, İyi Hoca” olarak anılan, sevilen ve saygı duyulan bir kişilik. Genellikle Galata ve Karaköy bölgesinde kurduğu mimarlık ofislerinde ve gerçekleştirdiği mimari projelerde, Sanayi-i Nefise’den mezun olan pek çok öğrencisine iş imkânı sağladığı biliniyor. Mongeri’nin öğrencileri okulda Bizans ve Osmanlı, klasik düzenler, Greko-Romen, Gotik, Rönesans ve en sonunda da o zamanki adıyla “Ottoman” üslubunda projeler yapıyorlar yani mezun olduklarında pek çok farklı dönem ve üslup konusunda oldukça donanımlılar. Üstelik onun okuldaki atölyesine ancak sanat ve çizim kabiliyeti yüksek kişilerin devam edebildiği biliniyor. Mongeri, yöresel ve geleneksel mimariyi öğrenmeleri için öğrencilerini eskizler yapmak üzere arazi çalışmalarına da yönlendiriyor yani eğitimin sadece teorik bilgilerle sınırlı kalmaması gerektiğini farkında. Onlara ileride iş hayatlarında faydası olacak bir vizyon sunuyor ve tecrübe kazandırıyor. Ayrıca öğrencilerine maddi ve manevi anlamda destek veren, yüreklendiren bir kişi olduğunu onun bazı öğrencileri anlatıyor. Bu konuda Arif Hikmet Koyunoğlu’nun anılarında yer verdiği ve benim kitaba dâhil ettiğim çok güzel anekdotlar var.

Mongeri bir yandan da hem Osmanlı içinde, hem levanten bölgede, hem de yeni başkent Ankara’da önemli binalara imza atıyor? Şu anki yaşamlarımız açısından önemi nerede sizce?

Mongeri, Mustafa Cezar’ın da belirttiği gibi mimarlıktaki bilgi ve ustalığını, zamana, yere, işverene göre iyi kullanabilen usta bir sanatçı. Ondan günümüze kalanlar dönemin sosyal ve kültürel ortamını, beğenisini yansıttığı gibi bir dönemin kozmopolit yapısını ve hoşgörülü ortamını da yansıtıyor. Sadece bu bile günümüz için son derece önemli değil mi?

Yaşamsal açıdan devam edersek... Mongeri’nin inşa ettiği kiliselerden biri de İstiklal Caddesi’ndeki St. Antuan Kilisesi. Türkiye’deki en çok ziyaret edilen kiliselerden biri. Sizce mimari açıdan bu neden önemli?

Şehrin merkezinde bu kadar önemli bir konumda yer alan bu yapı sizin de söylediğiniz gibi sadece ibadet edenler değil günümüzde şehrin neredeyse tüm sakinleri tarafından bilinen ve ziyaret edilen, mimari ve estetik değerler açısından son derece etkileyici bir yapı. Bu projenin yapıldığı dönemdeki önemi, İstanbul İtalyan Topluluğu için İtalya’nın birleşmesinden sonra İstanbul’da İtalya’yı temsil edecek bir prestij yapısı olma özelliği taşıması. Neo-Gotik üslubun etkili olduğu bina, Mongeri’nin İtalya Brera Akademisi’nde hocası Camillo Boito’dan aldığı eğitimden izler taşıyor. Nitekim Mongeri, kilise kayıtlarındaki ismiyle Sant’ Antonio kompleksi için yaptığı tasarımı hocası Boito’ya sunduğunda ondan da büyük övgüler alıyor. Yapımına 1906 yılında başlanan, Mongeri’nin ortağı Edoardo De Nari ile birlikte gerçekleştirdiği bu kilise, Mongeri’nin Türkiye’de gerçekleştirdiği ilk önemli mimari faaliyetlerden biri olduğu için kendini kanıtlaması ve daha sonra alacağı mimari projeler açısından mimarlık kariyerinde son derece önemli bir yere sahip.

asbbb

Mongeri Türk mimarların iş almasını kolaylaştıran milliyetçi kampanyalar ve modern mimarlığın öne çıkmasıyla geriye düşüyor. Bursa’daki Çelik Palas Oeli ve Kaplıcası’na dair de “Modern yapayım dedim olmadı kuzum, ben yapamıyorsam size de yaptırmam... Bütün dünya onu uyguladığına göre herhalde iyi bir şeydir.” diyerek mütevazı bir geri çekiliş yaşıyor. Devam etseydi ne tür çalışmalar yapacağını düşünüyorsunuz?

Bence onun bu dürüstçe yaklaşımı mesleğine olan sevgi ve saygısını son derece güzel özetliyor. Günümüzde bulunduğu mevki ve maddi imkânlardan vazgeçmemek uğruna koltuğuna sıkı sıkıya yapışanlara ders olacak nitelikte. İtalya’ya döndükten sonra mimari projelerine devam etmeyip resim yaptığını biliyoruz. Eğer devam etseydi geleneğe yeni yorumlar katardı belki de kim bilebilir?

Bozlu Art Project olarak bundan sonraki yayın planınız nedir? 

Sergilerimizle ilgili olarak galerimizde düzenlenen sanatçı konuşmalarımızın kitaplaştırılması üzerinde çalışıyoruz. Üniversitelerde sanat alanında çok başarılı tezler hazırlanıyor; fakat bunlar kitaplaşmadan tozlu raflar arasında kaybolup gidiyor. İleriye dönük her yıl bir tezin kitaplaşması gibi bir fikrimiz var. Türk sanatının önemli isimlerinden Neş’e Erdok hakkında monografik bir yayın çalışması içindeyiz, yazarlığını Oğuz Erten yapıyor. Batıda “Catalogue raisonné” denilen bu tarz kapsamlı yayınlara Türkiye’de çok ihtiyacımız var. Diğer bir kitap çalışması da değerli sanat tarihçilerimizden Ahu Antmen’in hazırladığı Ali Teoman Germaner’in “Aloşname” isimli desen serisiyle ilgili olacak. Ekim ayında Nişantaşı’ndaki galerimizde kitapla eş zamanlı olarak bir de sergi düzenleyeceğiz.

Mongeri Binası, Nişantaşı’ndaki galeri binasında bundan sonraki sanatsal çalışmalarınız neler olacak?

Türkiye’deki fuarlardan sonra yurtdışındaki fuarlara da katılmayı planlıyoruz. Geçtiğimiz yıl Art Basel Fuarı’na ziyaretçi olarak katıldık, oradaki havayı kokladık, yeni çalışmalar hakkında bilgi aldık. Galericilerle temas kurduk, ziyaretçileriyle iletişimlerini gözlemledik. Bu yıl Dubai Sanat Fuarı’na ziyaretçi olarak katıldık. Ayrıca bazı yabancı sanatçılarla sergi görüşmeleri içindeyiz. Bu yıl katıldığımız Contemporary Istanbul fuarında yurt dışından bazı galeriler bizimle iş birliği yapmak istediğini söyledi; fakat şu anda çok fazla proje üzerinde çalıştığımız için olanaklarımız doğrultusunda, acele etmeden adım adım gitmekte fayda olduğunu düşünüyoruz.

6 Eylül’de sezonu son dönemin dikkat çeken çağdaş sanatçılarından Ali Alışır’ın “Kozmos” isimli sergisi ile açacağız. Ekim ayında açacağımız Ali Teoman Germaner sergisi, daha çok heykeltıraş kimliğiyle tanınan 82 yaşındaki bu usta isminin “Aloşnâme” isimli desen serisinin sanatsal kariyerindeki önemini ortaya koymayı amaçlıyor. Ayrıca yurt dışında müzelerde veya özel koleksiyonlardaki örneklerinin aksine ülkemizde pek de ilgili görmeyen “desen” in önemine dikkat çekiyor. Aralık ayında açacağımız Evren Erol’un heykel sergisi bir sanatçının yaratıcılığının düşüncelerimizde bizi ne kadar uç noktalara götürebileceğinin bir kanıtı gibi. Heykelin her zaman geri planda kaldığı ülkemizde düzenli olarak heykel sergileri yapmaya devam ederek, sanatçılarımızı yaşatmaya ve onların bu alanda yeni üretimlerde bulunup yapıtlarını toplumla paylaşmalarını sağlamaya imkân tanımayı amaçlıyoruz. Mongeri Binası’nda sürdürdüğümüz kütüphane, araştırma, yayın faaliyetlerimize ilaveten önümüzdeki sezondan itibaren önemli akademisyenler ve sanat profesyonellerinin katılımıyla sanat konuşmalarına başlayacağız.