ABD’de ırkçılık tartışmalarının yeni durağı: Charlottesville

Charlottesville, bilimin yıllar önce çürüttüğü “kafatasçı” yaklaşımın, günümüzde azımsanmayacak bir toplum kesiminin kafataslarının içindeki zihinlerde hâlâ yer bulduğunun son göstergelerinden…

Google Haberlere Abone ol

Fatma Yılmaz Elmas 

Birleşmiş Milletler, 20'nci yüzyılın ikinci yarısının başlarında UNESCO aracılığıyla yapılan bilimsel çalışmaları ile ırksal üstünlük fikrini çürüteli aslında çok oldu. Zira ırksal üstünlük fikrinin aşırı radikalleşmiş biçimi, ‘arî ırk’ oluşturma teoriyle aynı yüzyılın ilk yarısında anti-Semitizm ideolojisi altında milyonlarca Yahudi'nin katledilmesine yol açmıştı. Bireylerin biyolojik farklılıklarını ve fenotipik özelliklerini, zihinsel ve ahlaki bir üstünlük/aşağılık göstergesi olarak kullanan bu doktrin, yalnızca Yahudilerin felaketiyle sonuçlanmış da değil. Sömürgecilik döneminde Asya, Afrika, Latin Amerika kökenli milyonlar, ‘aşağı ırk’ tanımlamalarıyla sömürüldü ve köle ticaretini meşrulaştıran bir hiyerarşik sınıflamanın en altında yer alarak ezildi.

Keşfinden sonra Amerika, aslında Avrupalılar tarafından sömürünün merkezi hâline getirilse de kıtanın yerlilerinin ‘tükenmesi’ ve Bağımsızlık Savaşı’nın da kazanılmasıyla birlikte beyaz ırkın siyah Afrikalı köleleri sömürüsü bu defa ABD eliyle devam etti. Yaklaşık 2,5 asır önce Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi, “tüm insanların eşit yaratıldığı, yaşam ve özgürlük gibi devredilemez haklarının bulunduğu gerçekliğini” açıkça ifade etse de sömürgeci ırkçılık, Martin Luther King’in “çocukları için ten renkleri ile değil de kişilikleri ile yargılanacağı” hayalini dile getirdiği 1963 yılında hâlâ oradaydı.

En nihayetinde Luther King, hayal ettiği “renksiz” dünya için ABD topraklarında ırk, etnik köken, renk, din ve cinsiyete dayalı her türlü ayrımcılığın yasaklandığı Sivil Haklar Yasası’nın (The Civil Rights Act, 1964) çıkmasına öncülük edebildi. Çocuğu için olmasa da bugün çocuğu yaşındaki Barack Obama’nın iki dönem ABD başkanlığı yapmış olması, Luther King’in hayalinin gecikmiş de olsa bir ölçüde gerçekleşmesi olarak okunabilir. Ancak bu “üst düzey” gerçeklik bile Obama’nın ABD’nin ilk siyahi başkanı olduğu dönemde, 17 yaşındaki Trayvon Martin’in polis tarafından sadece ten rengi nedeniyle şüpheli görülerek öldürülmesinin önüne geçemedi. Luther King’in ardından Obama da “eğer bir oğlum olsaydı, Trayvon’a benzerdi” diyerek trajik bir hayal ile üzüntüsünü açıklamakla kaldı.

YENİ DÖNEM IRKÇILIK

Bugün ırkçılık, sadece kalıtımsal özelliklere dayandırılarak açıklanan insan ırkları arasında ayrıma giden bir doktrinin ürünü olmaktan çok öte aslında. Başka bir deyişle, ayrımcılık, küçük görme, aşağılama ve dışlama gibi negatif unsurları içeren davranış biçimi olarak, gizli ya da açıktan, ırkçılık dünyanın her yerinde farklı biçimleriyle devam ediyor. Farklı kategorilerin dâhil edildiği “yeni ırkçılık”, ‘ırk’ unsuruna referans yapılmaksızın ve renk kodlaması olmaksızın bir fişleme biçimine dönüşmüş durumda.

Özellikle Avrupa’da ekonomik krizle beraber genel eğilim, sınırlı kamu kaynaklarının paylaşımındaki kıskançlığın ırkçılık profilli bir dışlamaya dönüşmesi yönünde. Dolayısıyla ırkçılık da olduğu yerde saymıyor ama kendi döngüsü içinde “eski ırkçılık” kodlarını da kaybetmiş değil. Özellikle ABD’de etnik kökene ve renk farklılığına ilişkin biyolojik ırkçılık, kıtayı, belli periyotlarla gerçekten özgürlükler ülkesi olup olmamak adına sınıyor.

FLORIDA, FERGUSON, CHARLOTTESVILLE: ABD'DE IRKÇI DÖNGÜ

2012 yılında Trayvon Martin, siyah olduğu için Florida’da polis cinayetine kurban giderken cinayetin faili polis Zimmerman ise beyazların üstünlüğüne sahip olarak nefsi müdafaa gerekçesiyle serbest kaldı. 2014 yılında Missouri eyaletine bağlı Ferguson’da Michael Brown adlı siyahi genç, yine beyaz bir polis tarafından orantısız güç kullanılarak öldürüldü ve ABD yaygın protestolara sahne oldu. ABD’de siyah olmak, adeta beyazlar için önemli bir meşru müdafaa gerekçesi gibi… Aslında bu bir çıkarımdan öte, ABD açısından istatistiksel de bir gerçeklik. Zira araştırmalara göre, ABD’de beyazların siyahlara yönelik cinayetlerinde haklı görülme oranları yüzde 300’lerin dahi üzerinde.

11 Ağustos Cuma günü, ABD’nin Virginia eyaletindeki Charlottesville kentinde başlayan olaylarda yine beyazların üstünlüğü söylemi ve sloganları merkezde yer alıyor. Olaylara karışan radikal ırkçı gruplar, siyahların ayrı bir bölgede topluca yaşamasını (ethno-state) savunurken fikirlerini meşrulaştıracak zemini de çoktan bulmuşlar. Irkçılığı protesto eden siyahlara, “hayvan” (animal) tanımlamasını kullanarak bu kişileri bir birey olarak dahi görmeyen söz konusu beyaz Amerikalı “insanlar”, yapılan röportajlarda siyahların şiddet isteğinden dem vuruyor ve bir piyasa talebine karşılık verdiklerini söyleyecek kadar ileri gidebiliyor.

Öte yandan farklı yıllara dayanan araştırmalar da Charlottesville kentini karıştıran ırkçıların bu “haklılık” gerekçelerinin beyazlar arasında yaygın bir kanıya dönüştüğünü destekler nitelikte. Zira beyazların siyahları ‘potansiyel suçlu’ olarak görme algısı oldukça yüksek. Fakat bu toplumsal algıyı tersine çevirecek olan istatistikleri okuma eğilimi ise bir o kadar zayıf. Zira 2011 yılında yapılan bir araştırma, her 100 bin siyahtan yalnızca 898’inin bir beyaza saldırı gerçekleştirdiğini ortaya koyuyor. Aksine siyahlara saldıran beyazların oranı ise neredeyse bu rakamın 27 katı. Dolayısıyla Charlottesville ırkçılarının “piyasa talebi” hesapları üzerinde oynama yaptığı açıkça ortada…

ÜSTÜNLÜK ALGISININ 'BAŞ'TAN DEĞİŞMESİ GEREKİYOR

Özellikle siyahların maruz kaldığı köleliği kaldıran ABD Başkanı Abraham Lincoln bir Cumhuriyetçi idi. Siyah kölelerin serbest bırakılması kararını alan Lincoln döneminden bu yana asır geçti. Ancak geçtiğimiz dönem bir siyahı başkan yapma cesaretini ve iradesini gösteren ABD’de bugün Cumhuriyetçi Başkan Donald Trump, Charlottesville’de ırkçılık karşıtı grubun üzerine araba sürdüğü için bir kişinin hayatını kaybetmesine yol açan sürücüyü yalnızca “katil” olarak görebilecek düzeyde kınayabiliyor. Kendisini başkan yapan beyazlar arasındaki oy üstünlüğünü kaybetmemek adına yorumlarını büyük bir ‘itina’ ile seçiyor.

Kısacası, ırk-sonrası (post-race) döneme, henüz geçebilmek için ne bilimsel kanıtlar yetmiş durumda ne de henüz zihinler buna hazır görünüyor. Antropolog, sosyolog ve biyologların bir araya gelerek yıllarca emek verdiği çalışmalarıyla çürütülen ‘ırk ayrımı’ olmadığı gerçeğini ve olsa dahi bunun insan olmak adına hiçbir şeyi değiştirmeyeceği algısını, toplumsal tabanda yerleştirebilmek için öncelikle baştan başlamak gerekiyor… Bir ülkenin en başından, başkanından…

Dr.