ABD Başkanı Trump ve dünya barışı!

Trump’ın gündeminde bugünlerde Kuzey Kore ile İran en üst sıralarda yer alıyor. Zira içerideki sıkıntıları Trump’ı dış politikayla oynamaya yönlendiriyor. İç sıkıntılardan dikkati dışarıya çevirmek istiyor. Ve popülist söylemlerle siyaset yapmanın aldatıcı cazibesine kapılarak Kuzey Kore ve İran konularına yüklenmeyi iyi dış politika sanıyor. Bu talihsiz tabloya son günlerde bir de Venezuela’daki iç karışıklara ABD’nin müdahale etmesi olasılığı eklenmiş görünüyor.

Google Haberlere Abone ol

Faruk Loğoğlu

ABD Başkanı Trump’ın ülke içindeki sıkıntıları hiç bitmiyor, hatta çoğalıyor, çetrefilleşiyor. Sağlık reformu girişimine Kongre’de kendi partisi Cumhuriyetçiler bile sahip çıkmadı. Müslüman ülkelerden gelen göçmenleri kısıtlama teşebbüsü mahkemelerden geri döndü. Trump’ın göçmenlerle ilgili duruşu ülkede ırkçılığın cesaretlenmesine ve olaylara yol açtı. Nakarat gibi tekrarladığı Meksika sınırının tamamına duvar çekmek ve maliyetini Meksika’ya ödettirme düşüncesi ise havada kalırken konu iki ülke ilişkilerini geriyor ve Meksika kökenli milyonlarca göçmenin ve toplumun huzuru bozuluyor. Kabinesini ve üst düzey ekibini kurmaktaki ciddi sıkıntıları başkanlığının üzerinden altı ay geçmesine karşın hâlâ sürüyor. Fakat en önemlisi 2016 başkanlık seçimlerine Rusya’nın müdahalesi ve Trump’ın yakın çevresinin Rus yetkililerle seçimler dönemindeki temasları konusunun dallanıp budaklanarak büyümekte olması. Amerikan yasalarına göre suç oluşturan bu eylemlerin Trump’ın başkanlığını dahi tehlikeye sokabilecek bir potansiyel taşıdığı yorumları artık sıkça yapılıyor. Kısacası, Trump’ın içeride başı gerçekten belada.

ABD Başkanının bu gelişmelerden fazlasıyla sıkıldığını tahmin etmek zor değil. Bunu sosyal medyadaki giderek hırçınlaşan mesajlarından da anlıyoruz. Gelişmelerin etki ve sonuçları sadece ABD sınırları içinde kalsa, fazla mesele yok diyebiliriz. Ancak, gidişatın bir de dış politika alanına yansıması var ki bu nokta hepimizi, bütün dünyayı ilgilendiriyor. Şöyle: Trump, seçilmeden önce de, seçildikten sonra da üç ana sorun üzerinde duracağını ilan etmişti: IŞİD, Iran ve Kuzey Kore.

Bu üç meseleden IŞİD’le mücadele Irak ve Suriye’deki kazanımlar nedeniyle yavaş da olsa bu aşamada ve şimdilik iyi gitmektedir. Burada asıl sorun IŞİD sonrası ne olacağıdır. Ama konumuz şu anda bu değil.

Trump’ın gündeminde bugünlerde Kuzey Kore ile İran en üst sıralarda yer alıyor. Zira içerideki sıkıntıları Trump’ı dış politikayla oynamaya yönlendiriyor. İç sıkıntılardan dikkati dışarıya çevirmek istiyor. Ve popülist söylemlerle siyaset yapmanın aldatıcı cazibesine kapılarak Kuzey Kore ve İran konularına yüklenmeyi iyi dış politika sanıyor. Bu talihsiz tabloya son günlerde bir de Venezuela’daki iç karışıklara ABD’nin müdahale etmesi olasılığı eklenmiş görünüyor. Fakat günün sıcak konusu Kuzey Kore’yle yaşanan gerginlik. Trump’ın söylemleri ve muhataplarınca verilen karşılıklarla gerginlik kontrolsüz bir tırmanışa geçti. “Ateş ve öfke yağdırırım”, “bu da yetmiyorsa daha fazlasını yaparım” diyen Trump’a Kim Jong-un’un “Guam Üssü'nüzü vururum” karşılığını vermesiyle gerilim had safhaya ulaştı. Bu ağır tehditlerin, tırmanışı geri çevirecek adımlar atılamadığı takdirde, tarafları nükleer silahların da kullanılabileceği bir silahlı çatışmaya sürüklemesi ihtimali bütün dünyayı kaygılandırmakta.

Tehlikeyi derinleştiren bir şansızlık da Trump ve Kim Jong-un ne yapacakları belli olmayan, ateşle oynamayı seven kişiliklere sahip olmaları. Diğer bir deyişle, bu ikili tehlikeli bir ikili. Bu nedenle, etkili olabilecek üçüncü tarafların bu gidişatı durdurmak için girişimlerini sürdürmeleri şarttır. Çin ve Rusya’nın devreye girmeleri krizin çözümü bakımından büyük önem taşımaktadır. Öte yandan, ABD ve Kuzey Kore yetkililerinin temas halinde oldukları haberleri de doğruysa, bu da krizin sonlandırılması için bir çıkış sağlayabilir. Ancak bilelim ki tehlike yakın ve ciddi olmaya devam etmektedir. Kuzey Kore nedeniyle şimdilik biraz arka plana düşmüş, fakat dokusu bakımından daha da karmaşık ve önemli olan diğer konu ise İran’dır. Başkan Obama döneminde İran’la varılan anlaşmayı “en kötü anlaşmadır” diyerek yerden yere vuran Trump bir şekilde İran’ı suçlayarak anlaşmayı bozmakta kararlı görünüyor. Gerçi Kongreye karşı yasal sorumluluğu gereği, geçen Nisan ayında İran’ın ilgili dönemde anlaşmaya uyduğunu tasdik etmiş ve Mayıs ayında da İran yaptırımlarını geçici olarak askıya alan kararı imzalamıştır. Bu adımları istemeyerek attığı yakın çevresince ifade edilmekte ve önümüzdeki aylarda İran’ı ihlalle suçlayacak deliller bulunmasında Trump’ın ısrarlı olacağı ileri sürülmektedir. Trump’ın İran’ı terörizme destek verdiği ve bölgesel hegemonya peşinde olduğu gerekçeleriyle Ortadoğu için en büyük tehlike olarak gördüğünü biliyoruz. Bu bakış açısı Trump’ın İsrail ve Suudi Arabistan politikalarıyla ve bu iki ülkenin İran’a olan yaklaşımlarıyla da örtüşüyor ve bu iki ülkenin İran karşıtı politikalarında ellerini güçlendiriyor.

Konuya ilişkin değerlendirmelerde, ABD’nin İran’dan anlaşmada yer almayan ve dolayısıyla yerine getirmeyeceği kesin olan teftiş taleplerinde bulunacağı, bunların –haliyle- reddi durumunda da İran’ın anlaşmayı ihlal ettiğinin ileri sürüleceği kaydediliyor. Tabii bu o kadar da kolay olmayabilir. Çünkü İran’dan olmadık taleplerde bulunulması halinde buna anlaşmaya taraf olan diğer ülkelerin (Rusya, Çin, İngiltere, Fransa ve Almanya) ve uygulamayı izlemekle sorumlu Uluslararası Atom Enerjisi Kurumunun (IAEA) karşı çıkmaları beklenir. Üstelik IAEA ve ilgili istihbarat raporları İran’ın şimdiye kadar anlaşma hükümlerine uyduğunu teslim ve tescil etmektedir.

Fakat burada önemli olan, objektif gerçekler ve İran’ın ne yaptığı değil, Trump’ın İran’a nasıl baktığı, takıntılı görüşlerinin sürüp sürmeyeceğidir. İran saplantısının sürmesi ihtimali daha güçlüdür. Bu nedenle önümüzdeki aylarda uluslararası gündemin ana maddeleri arasında ABD - İran gerginliğinin yer alması şaşırtıcı olmayacaktır. Başkan (oğul) Bush Irak’ta Saddam’ı devirme kararını vermiş, gerekçelerini de sahih olmayan kimi iddia ve yalanlara dayandırarak sonradan oluşturmuştu. Trump’ın aynı hatayı İran bakımından tekrarlaması maalesef işten bile değildir. Tehlike büyüktür. Dünya barışı Trump’ın yaklaşımları nedeniyle tehdit altındadır.

ABD-İran gerginliğinin Türkiye’ye etki ve yansımaları ise başlı başına önemli bir konu olup ayrı bir yazımla ele alacağım.