Vicdan zorbalığa karşı ya da Hayır Evet’e…

Özgürlük alanlarının siyasal erk tarafından tahakküm altına alındığı bir ortamda yürütülen mücadelenin, ‘Hayır’ı hükmen galip getirdiği tartışmalı bir referandum süreci geçirildi Türkiye’de.

Google Haberlere Abone ol

Hatice Özhan

Toplumsal yıkımların yaşandığı zorbalıklar çağında yolu Stefan Zweig'ın 'Vicdan Zorbalığa Karşı Ya Da Castellio Calvine'den geçip de Castellio gibi vicdanını zorbalığa karşı harekete geçiren binlerce hür vicdanlı var. Zorbanın duymaktan korktuklarını onu sağır edercesine yüzüne haykırmanın bedelini giyotinlerle ödeyen binlerce hür vicdanlı, korkmaksızın her dönemin Calvin’lerine karşı mücadelelerini sürdürmektedir. Zorbalığa karşı direnen Castello'lar, vicdan bayrağını yıkımların ortasında dahi dalgalandırmanın yolunu bir şekilde bulma maharetine sahiplerdir.

Zweig’ın Castelliosu’nun neye karşı çıktığını hatırladıkça, yıkımların arasından başını yükselten umudun hiç de imkânsız olmadığı daha iyi kanıksanır.

Fransız Reformcu Jean Calvin'in dini diktatörlüğünün hüküm sürdüğü 16. yüzyıl Cenevresi'nde tüm yaşam alanları yönetimin müdahalelerine uğramış, karşıt görüşler ise yasak ve cezalar aracılığıyla ortadan kaldırılma tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Bu zorbalık döneminde her türlü vicdana savaş açan Calvin’e karşı durma cesaretine sahip Castellio ona meydan okudu. Castellio bu duruşuyla aslında, herkesin kendi çağının diktatörlük rejimine karşı yöneltmesi gereken bir eleştirinin mesajıdır.

Katı ideolojilerin beraberinde getirdiği bireysel ve toplumsal boyutlardaki tehlikelerin toplumsal dirençle bertaraf edilmesi, gözler önünde yaşanan kıyımların, zorbalarca altı oyulan vicdanın içinin hoşgörüden ve düşünce özgürlüğünden yana insanların sözleriyle doldurulması için vicdanın zorbalığa karşı harekete geçirilmesi gerekir. Zorbalar ‘Evet' duymak istedikçe, hür vicdan sahiplerinin ‘Hayır’ı dillerinden düşürmeksizin haykırması gerekir. Bunu yapanlar yok mudur? Var elbette ki!

Cehennem vadisinden Kaf Dağı’na varmak adına bin bir badireyi göze alan binlerce hür vicdanlı zorbalığa karşı ‘Hayır’lı bir mücadele verdi. Özgürlük alanlarının siyasal erk tarafından tahakküm altına alındığı bir ortamda yürütülen mücadelenin ‘Hayır’ı hükmen galip getirdiği tartışmalı bir referandum süreci geçirildi Türkiye’de. 18 Maddelik bir anayasa değişikliğini öngören referandum seçiminde, toplumun önüne ‘Evet’ ve ‘Hayır’ adlı iki seçenek konuldu. Toplumun keskin hatlarla kutuplaşmalara gittiği bir dönemde, toplumun önüne konulan her iki olgunun birer seçenek olmaktan ziyade, ciddi anlamda bir dikotomi ya da "ya herro ya merro" olduğu kolayca fark edilir bir gerçekliktir. Referansını İslami saiklere dayandıran, devletin katı ideolojik terbiyesiyle yoğrulan toplumun mütecaviz kesimi ile bu kesimin tam karşısında konumlanan, saiklerini hak ve özgürlüklere dayandıran ‘Hayır’cı kesimi arasındaki vicdan savaşı, ‘Hayır’ hükmen galip gelse de,‘Evet’çilerin sayısal üstünlüğü ile sonuçlandı.

‘Evet’i yaratan en başat sebep; siyasal iktidarın toplumun bir kesimindeki sosyal öfkeyi kendi lehine yönlendirmesidir. Toplumsal dinamikler arasındaki siyasal, sosyal, ekonomik gerçekliklerinden ileri gelen farklılıkların siyasal iktidarın ayrıştırıcı söylemleriyle ciddi seviyede bloklaşmalara dönüştürülmesi; sosyal ve ekonomik olarak toplumun alt gruplarını oluşturan kesimlerin iktidarın ayrıştırıcı söylemlerini kolayca emerek sosyal öfkesini toplumun diğer kesimlerine "demokrasi" yoluyla kusmasından ‘Evet’ çıktı denilebilir. Mevcut bloklaşmayı daha da aşılmaz bir duruma getiren bu öfke halini sandıkta oya dönüştüren siyasal iktidarın sırtını dayadığı yığın nüfusun nüfuz sahibi oluşu, popülist siyaset yürütülen tüm toplumlarda gözlenen bir durumdur.

"Demokrasilerde bir seçmenin cehaleti, bütün halkın güvenliği için tehlikedir." diyen John Fitzgerald Kennedy'nin sözü popülist siyaset yürütülen toplumlarda yığınların halk oylamalarındaki belirleyiciliğini, güncel durumda ise ‘Evet’in dinamosunu belirlemede ölçüttür.

Bir toplumun kaderini kahvehanelerde zaman tüketen, abesle iştigal eden, Türkiye'nin ve dünyanın durumunu televizyon ekranlarından öğrenerek toplumu büsbütün atrofiye eden yığınlar belirliyor. Ülke yönetiminde söz sahibi Calvin'lerin manipülasyonuna açık bu kesimler, yeri geldiğinde mütecaviz bir kitleye dönüşerek vicdanı zorbalığa kolayca mahkûm edebiliyor.

Nitekim sandıklardan çıkan yüzde 51,37’lik ‘Evet’, bahsini ettiğim topyekûn mahkûmiyetin cisimleşmiş halidir. Türkiye'deki katı ideoloji leğeninde zihinsel olarak yoğrulan 'Evet'çilerin günü geldiğinde, daralan hak ve özgürlükler alanında nefes zorluğu çekmeleri yüksek bir ihtimaldir oysaki. Ancak, daha rahat nefes almanın hürriyet demek olduğunu çok iyi bilen Castellio'lerin OHAL koşullarında bile ‘Hayır’ kampanyasını yürütmeyi elden bırakmadıklarını gördük. Öğrenilmiş bir çaresizliğin rehavetine kapılmanın, toplumun büsbütün mahvına yol açacağı ön görüsüyle yürütülen Hayır kampanyası nitekim OHAL koşullarına ve YSK'nin mühürsüz tutumuna rağmen güçlü bir sayıyla sonuçlandı. Yüzde 48,63 oranıyla 23 milyon 189 bin 21 kişi tercihini Hayır’da kullandı. Ankara ve İstanbul'un da aralarında bulunduğu 30 büyükşehirden 17'sinden Hayır sesi yükseldi.

Kürt şehirlerinden yükselen güçlü ‘Na’ sesi ise ayrı bir paragrafta anlatılmaya değerdedir doğrusu. Bilhassa da Evet'in faturasının bazı kalemlerce Kürtlerden çıkartıldığını gördükçe, devletin şiddet cenderesinden geçen Kürtlerin vaziyetinin anlaşılmadığını; OHAL’in fiziki ve ruhsal etkilerinin en çok hissedildiği bir coğrafyada, kampanya yürütülmeden bile, Hayır’ın önde olmasına rağmen Kürtlere yöneltilen "değnekçi" eleştirilerinin anlaşılması mümkün değildir. Kürtlere yönelik kullanılan eleştirel dilin kaynağının "bastırılmış olanın geri dönüşü"nde olduğunu bilmek, bu eleştirilerin birer safsatadan ibaret olduğunun anlaşılmasında kolaylık sağlar.

Hâlbuki rakamların dili ortadadır; Kürt illerindeki referandum sonuçları genel seçimlere paralel bir tablo ortaya koydu.

Diyarbakır seçmeninin yaklaşık yüzde 70'i, Mardin seçmeninin yaklaşık yüzde 59'u, Batman seçmeninin yaklaşık yüzde 63'ü, Siirt seçmeninin yaklaşık yüzde 52'si, Ağrı seçmeninin yaklaşık yüzde 65'i ve Dersim'deki seçmeninin yaklaşık yüzde 80'i hayır dedi.

Lice yüzde 85, Silvan yüzde 77, Cizre yüzde 80, Silopi yüzde 75, Nusaybin yüzde 79, Başkale yüzde 79, Doğubayazıt yüzde 78, Varto yüzde 87 oranlarıyla ‘Na’ dedi.

Buna karşın Antep, Maraş, Kilis, Adıyaman, Urfa, Bitlis ve Muş kentlerinde Evet oyu öne çıktı. Evet oyunun öne çıktığı Kürt kentlerinin sağ-muhafazakar iktidarlarla evvelden beridir olan siyasal ilişkisine inilmeden seçmen davranışının yorumlanması, buralara sosyolojik bir gözle bakılmadan genel -duygusal bir çıkarıma ulaşmanın vereceği hata payı çok yüksektir. Nasıl ki ‘Evet'in öne çıktığı Kürt şehirlerinden iktidar partisi, devletin Kürt politikası Kürtlerin tamamı için aynı anlama geliyor ve tamamınca olumlanıyor sonucu çıkarmamalıysa, Hayırcı kalemlerce de parçanın faturası bütünden çıkarılamaz. Hâlbuki Kürtleri bir Truva atı gibi görme tutumda ısrarcı olmak, vicdandan yana açığa çıkan güçlü enerjinin aşağıya çekilmesine yol açacaktır. Bu da, Castellio’lardan en cesuru olan kırgın Kürtlerin arkasını herkese hepten dönmesi demektir. Sanıyorum ki, hele de böyle bir zorbalık çağında, kimse Calvine’leri ekmeklerine yağ sürdükleri sıra izlemek istemez!