'Ekonomide temel sorun siyasi istikrarsızlık'

Duvar, ekonominin hal ve gidişatını Prof. Dr. Yakup Kepenek ile konuştu. Kepenek’e göre temel sorun, siyasal istikrarsızlık! "Hastanın ateşi misali, krizin göstergesi de dolardır" diyen Kepenek, mevcut durumun daha yüksek enflasyon, işsizlik ve yatırımsızlık getireceğini, bu durumun da zincirleme olarak tüm kesimleri etkileyeceğini söylüyor.

Google Haberlere Abone ol

ANKARA - 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL’le birlikte her geçen gün daha da derinleşeceği konuşulan ekonomik kriz, siyasi iktidara göre ‘kendilerini darbeyle deviremeyenlerin başka bir oyunu.’ Türk lirasının dolar karşısındaki değer kaybı, yastık altındaki dövizin bozdurulması talimatı, 1300 liralık asgari ücretle geçinmeye çalışan milyonlar ve Meclis Genel Kurulu’nda devam eden bütçe görüşmeleri… Bütün bunları Prof. Dr. Yakup Kepenek ile konuştuk.

22’inci dönem CHP Milletvekili Yakup Kepenek, siyasi gündeme ve ekonomiye dair yorumlarını Cumhuriyet gazetesindeki köşe yazılarında da paylaşıyor. Kendisini “Türkiye Ekonomisi” kitabıyla tanımamış olanlar onun ODTÜ İktisat Fakültesi ile özdeşleşmiş derslerinden mutlaka haberdardırlar. Herkesin “Hocam” diye hitap ettiği Yakup Kepenek’i sol camia da yakından takip eder. Eşi Nuran Alptekin Kepenek, Kızıldere’de Mahir Çayan’la birlikte öldürülen THKO’lu devrimcilerden Cihan Alptekin’in ablasıdır.

Duvar’ın sorularına yanıt veren Kepenek’e göre Türkiye ekonomisinin hal ve gidişatının temel nedeni ‘siyasal istikrarsızlık!”

İşte sorularımız ve Prof. Dr. Yakup Kepenek’in yanıtları:

“TÜRKİYE SİYASAL İSTİKRARSIZLIKTAN KURTULMALIDIR”

Kapitalizmin hem siyasi hem ekonomik büyük bir krizden geçtiği bu dönemde Türkiye’nin tabiri caizse bu krizden yırtması mümkün mü?

Türkiye siyasal istikrarsızlık yaşıyor. Ülkeyi bir tek kişinin yönetmesi istikrar demek değildir. Dünyadaki gelişmelerin Türkiye’yi nasıl etkileyeceği küresel sermayenin tutumuna bağlı. Küresel sermaye kendine güvenilir limanlar bulursa oraya gidiyor haklı olarak. Türkiye’nin yapması gereken öncelikle bu siyasal istikrarsızlıktan kendisini kurtarmaya çalışmaktır. Yoksa olan şudur; biraz daha yüksek enflasyon, biraz daha işsizlik, yatırımsızlık… Buna ihracatın, turizmin durumunu da ekleyin, Türkiye ekonomisini daha da olumsuz noktalara taşıyabilir.

“İŞÇİ, MEMUR, ESNAF, ÇİFTÇİ İÇİN KRİZ VAR”

Cumhurbaşkanı Erdoğan diyor ki, ‘Birileri 15 Temmuz’da teslim alamadıkları ülkeye ekonomik sabotajlarla diz çöktürmeye çalışıyor. Özellikle son üç yıldır ekonomik kriz kozunu farklı yollarla sürekli tedavüle sokmaya çalışıyorlar.” Kriz gerçek mi? 

Ekonomik krizin gerçek olup olmadığını saptamanın ilk ölçüsü, krizin kimlere olumsuz etki ettiği, kimleri vurduğudur. Hastanın ateşi misali, krizin göstergesi de dolardır. Dolarla iş, ödeme yapanlar, borçlananlar kaybedecek. Uzun dönemde doların lira karşısında değer kazanmasıyla enflasyon da artacak. Sebze fiyatlarından ulaşıma doğalgazdan elektriğe kadar birçok ürünün fiyatı - bunların fiyatının dolara bağlı olup olmaması hiç önemli değildir- artacak. Maaşı artmayan memur, ücreti artmayan işçi, sattığı ürünün fiyatını arttıramayan esnaf ve çiftçi zarar görecek.

Gelirini ve ekonomik işlerini dolarla yapanlar ise kazançlı çıkacak çünkü dün 2 liraya aldıkları dolar bugün 3.5 lira. Bu büyük bir fark. İhracatçılar bu süreçten kazançlı çıkacaklar.

“DOLARI LİRAYA ÇEVİRİN DİYEREK SONUÇ ALINAMAZ”

Cumhurbaşkanı’nın vatandaşları ‘yerli ve milli’ olana çağırarak yastık altındaki dolarları Türk lirasına veya altına çevirmesi yönündeki önerisi doların ateşini düşürmeye yeter mi?

Bu çağrının birkaç boyutu var. Öncelikli olanı moral ve dayanışma boyutu. Ülkeyi yönetenler dayanışma ve destek istiyorlar. Ancak ‘dolarınızı liraya çevirin’ çağrısının sonuç alıcı bir tarafının olması düşünülemez. Şunu bilmiyorsunuz, yastık altında ne kadar döviz var? Türkiye ekonomisinin dünya ekonomisiyle ilişkilerinde belirleyici olan yıl boyunca ve belli bir sürede ülkeye gelen yabancı para ve bunun karşılığında sizin yapacağınız ödemeler. Dış ödemeler dengesi veya cari açık diye kısalttığımız şey budur. Türkiye’nin cari açığı yılda 30 milyar dolar dolayında idi. Dolayındaydı diyorum çünkü bu açık artıyor. Doların fiyatının yükselmesinin sebebi bu. Türkiye ekonomisinin döviz rezervi fazlası olsaydı ülke ekonomisi bu sorunu yaşamayacaktı. Konunun diğer boyutu da küresel gelişmeler. Artık havada dolaşan ve gelip faize yatırım yapıp çekip giden para miktarı fazla değil dünyada.

“SERMAYE RİSK İSTEMEZ, GÜVENCE ARAR”

ABD’nin faizi arttıracağı beklentisi küresel düzlemde, boşlukta dolaşan sermayeyi Amerika’ya çekiyor çünkü sermaye risk istemiyor, güvence arıyor. Türkiye içinde bulunduğu yönetim yapısı, dış ilişkileri, içeride ve dışarıda yaşadığı güvenlik sorunları ve savaş ortamı nedeniyle yabancı sermayeye güven verici bir ortam yaratamıyor. Türkiye’nin yönetimine, siyaset ve sosyal durumuna eskiye göre güven çok daha az. Büyük sıkıntı güven yokluğundan kaynaklanıyor.

“AKP, KEMAL DERVİŞ’İN PROGRAMIYLA İKTİDARA GELDİ”

Moody’s Türkiye’nin kredi notunu indirince Hükümet tepki gösterdi. Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarına tepkinin anlamı nedir?

Hükümet uluslararası değerlendirme kuruluşlarına hiç itibar etmiyor ama Türkiye’ye yatırım yapacak sermaye onların ne dediğine bakar. Yabancı sermaye çevrelerine ve değerlendirme kuruluşlarına kafa tutabilirsiniz ama kendi evinizi çok daha iyi yöneteceksiniz. AKP iktidara, IMF-Kemal Derviş ikilisinin hazırladığı ‘güçlü ekonomiye geçiş’ programıyla geldi. AKP iktidarı o programın kurallarından, kurumlarından hızla uzaklaştı.

“KAMU İHALE SİSTEMİ DARMADAĞIN!”

İktidara geldiğinden beri kamu ihale sistemini darmadağın etti. İhale Yasası 74 maddedir. Şu ana kadar o yasanın maddelerini değiştirme sayısı 162… Bir de buna bağlı yönetmelikler var. O yasada yaptığınız değişikliklerle şu malı alırken ihale açmayacağım diyorsunuz. Bu oran Türkiye’de yüzde 95. Kamu ihalelerinin yüzde 95’inin yasal ihale kapsamı dışında olması ürkütücüdür. Sermayenin güvenini kaybetmesindeki en önemli konu budur.

“BAĞIMSIZ KURUMLAR YOK EDİLDİ”

Kemal Derviş’in programıyla bağımsız düzenleme ve denetleme kurumları oluşturulmuştu. Bankacılık, enerji, tütün piyasası vb. alanlarda oluşturulan bu kurumların yöneticilerini AKP zaten kendisi atıyor. Yarı özerk olan bu kuruluşların tamamını bakanlara bağladı. Bugün tütünden enerjiye, halk adına bu piyasaları denetleyecek, kapitalizmin doğru dürüst çalışıp çalışmadığını kontrol edecek kurumlar Türkiye’de yok.

“DANIŞTAY VE SAYIŞTAY ÇALIŞAMAZ HALE GETİRİLDİ”

AKP’nin yaptığı bir diğer yanlış da şudur, Osmanlı’dan kalan bir sistem vardı, devletin yaptıklarının hukuka uygun olup olmadığının incelendiği Danıştay ile devletin hesaplarının incelendiği Sayıştay; onları da çalışamaz hale getirdiler. Bunu yabancı sermayenin onaylaması söz konusu değildir. Bütün bunlar, yani ihale düzeni, denetleme ve düzenlemenin kalmaması ve Danıştay ile Sayıştay’ın çalıştırılmaması yabancı sermaye açısından büyük risk demektir. Bu hukuksuz ortamda bir tek şey çıkar ortaya: Rüşvet! Buna bir de bürokrasideki kalitesizleşmeyi ekleyin. Sermayedar rüşvet vermeden iş yapamaz, yapsa da o işi yapan bürokratın kalitesizliği nedeniyle yapılan iş düzgün olmaz.

DEVLET İLE SERMAYE İÇ İÇE

Cumhurbaşkanı, Eylül 2010’da, halk oylaması öncesinde şöyle söylemişti, “Türkiye’de sermaye ciddi manada el değiştirmeye başladı. Bu bizim için önemli bir güven kaynağı.” Bu, ‘ben sermayeyi kendime bağımlı kılıyorum’ demektir. Bu, ihale sistemiyle, denetleme ve düzenleme kurumlarının özerkliğini yitirmesiyle ve hukukun da işlemezliğiyle birleşince ortaya şu çıkıyor; Türkiye’de devlet ile sermaye arasında bir iç içiçelik, bütünleşme var. Sermayenin büyük kurumları TÜSİAD, MÜSİAD, TUSKON, Odalar Birliği… TUSKON’un başına Fethullahçılık nedeniyle gelenler malum. Kalanlar hükümete bağlı. Sermayenin hükümete böyle bağımlı olması diğer alanları da etkiliyor. En başta basın özgürlüğünü. Bu çok önemlidir çünkü basının sesinin çıkamaması Türkiye kamuoyunun tek taraflı oluşmasına sebep oluyor.

Meclis’te bütçe görüşmeleri sürüyor. Bütce, ekonomik, siyasi, hukuki ve denetim boyutuyla çok önemli bir konuydu ve Genel Kurul’daki görüşmeler Hükümet için bir sınava dönüşürdü. Bu bütçe görüşmelerinden bir şey beklemeli miyiz?

Bu bütçe görüşmeleri hükümeti zorlayacak bir yönde gelişmez. Türkiye’nin hem ekonomi hem de siyasi yapılanmasıyla ve az önce sözünü ettiğimiz denetim mekanizmalarının ortadan kaldırılmasıyla bütçe denetimsiz hale geldi.

“ZENGİN İLE YOKSULDAN EŞİT VERGİ ALINMASI ADALETSİZLİKTİR”

Ekonomiyle demokrasinin kesiştiği alan olan vergide büyük bir adaletsizlik var Türkiye’de. Dolaylı vergiler toplam vergilerin yüzde 70’i, doğrudan vergiler ise -gelirler ve kurumlar vergileri- yüzde 30’u dolayında. Bu demokratik bir ülkede kabul edilecek bir şey değil. Zengin ile yoksuldan eşit oranda vergi alıyorsunuz. Adalet genel anlamda zaten yok ama vergide adalet hiç yok. Bunun düzelmesine çalışmak çok önemli. Bu, işin gelir tarafı. Vergileri hangi kesimlerin ödediğine baktığınızdaysa şu ortaya çıkıyor. Yüzse 75-80 civarı işçi ve memur tarafından, kaynağından kesiliyor. Türkiye, sermayeden vergi almıyor ve bu eksiklik sürdürülüyor. ‘Sermayeden vergi almazsak sermaye yatırım yapar, iş alanı açar, üretim yapar’ sanılıyor. Bu doğru değildir. Demokratik ülkelerde devlet topladığı vergileri nasıl kullanıyor, nereye harcıyor bunlar bilinir. Türkiye bunu hiçbir zaman sorgulayamıyor. Bu çok büyük bir eksikliktir. Bunu sorgulaması gereken başta Meclis’teki muhalefet partileridir. Örtülüsüyle, örtüsüzüyle bir sürü harcama yapılıyor. Milyarlık harcamalar bunlar ama bakıyorsunuz öğrencilere yurt yapılmıyor, onlar cemaatlere teslim ediliyor. AKP iktidarı devlet dairelerinin sayısını arttırdı. Biliyor musunuz, bunların pek çoğu kirada. Bu, büyük bir kayıptır ve gündeme bile getirilmiyor.

“İNSANLAR ASGARİ ÜCRETİN ALTINDA ÇALIŞMAYA RAZI OLUYOR”

Asgari Ücret Tespit Komisyonu 2017 yılının asgari ücretini belirlemek üzere toplandı. Türk-İş’in talebi, 1300 lira olan asgari ücretin 1600 liraya çıkarılması, Hükümet ‘istemenin sonu yok’ dedi, işveren temsilcileri ‘artış yapılmamasını’ istedi. Bir önceki asgari ücret hükümetin seçmene verdiği vaat doğrultusunda arttırılmıştı. Ancak bir çok kişinin bu ücreti bile alamadığını biliyoruz. Türkiye’de kayıtdışı çalışan yani sigortasız oranı, yüzde 30’un üzerinde. Pek çok yerde insanlar asgari ücretin altında bir ücrete razı oluyor ve çalışıyor. Asgari ücretin yükselmesinden çok kayıt altına alınması önemli. İnsanlar geleceklerini feda ediyor, sigortalarından vazgeçip işverenle anlaşıyor ve sigortasız çalışmayı kabul ediyor. Bu çok derin bir yaradır Türkiye’de ve bunun bir an önce düzeltilmesi lazım.

AKP iktidarının ekonomi anlayışının temelinde tüketime dayalı bir büyüme var. Otomobil sayısındaki artış, uçağa binen insan sayısındaki artış, apartmanlaşma, bunun sonucunda mobilya sektöründeki hareketlilik, beyaz eşya talebi…

Türkiye ekonomisinin sürükleyici tarafı tüketim. Asgari ücretin arttırılmasının, ücretlerin yüksek tutulmasının istenmesinin asıl nedeni tüketimin yeniden ateşlenebilmesi. İnsanlar kredi kullanımı bakımından son noktaya geldiği için yeniden tüketmenin yolu asgari ücretin artmasından geçiyor. Ancak asgari ücreti arttırmanız tüketimi arttırmaz. Sermayenin işçi ücret ödemesinde belirleyici olan işçinin üretime katkısıdır. Bu iktisada giriş kitaplarında yer alır. İşverenin asgari ücretin yükselmesi durumunda ya verdiği ücret kadar üretim elde etmesi gerekir ya da işçiyi işten çıkarır. Kâr elde etmesi için başka çözüm yoktur. Yani asgari ücret iki ucu keskin bıçak gibidir. Sistem emekçi kesimin aleyhine işliyor.

“MEMUR SENDİKALARININ ÖNEMLİ BÖLÜMÜ EMEKÇİ DÜŞMANI”

Türkiye’de 12 Eylül sonrasında sendikacılık öldü. İşçi hakkını alamıyor, taşeronlaşma diz boyu. AKP’nin en olumsuz tarafı sermaye ile işçiyi birey olarak karşı karşıya bırakmasıdır. İşçi yalnız, dayanışmasız, sendikasız. Böyle olunca toplu iş sözleşmesi yoluyla ve onu destekleyecek grev yoluyla hakkını alamıyor. Asıl büyük eksiklik bu. Hele memur sendikalarının önemli bir bölümü hükümet yanlısı olacağız diye tümüyle emekçi kesime düşman kesiliyor. Bu sarı sendikacılığın da ötesinde bir şey. Örneğin Memur Sen doğrudan hükümetin yanında yer alıyor.

Arap sermayesinin sıcak para akışıyla Türkiye ekonomisine katkı sağlamaya devam edeceği ve çarkın bir şekilde döneceği yorumu ne kadar doğru?

Bu, taşıma su olayıdır. Cumhurbaşkanı, pompada su tükendi, su koyarsak devamlı su gelecek diyor. Öyle değil! Arap sermayesinden kastedilen en önemli kaynak Suudi Arabistan ve o da finansal olarak hiç de güçlü durumda değil. Eğer siz ekonominizi niteliğiyle, üretkenliğiyle farklı, güçlü kılmıyorsanız ihracatınızı arttırmanızın tek yolu daha çok üretmektir. O da yetmez daha nitelikli üretmek; o da yetmez, kaliteli üretmek, teknoloji üretmek gerekir. Türkiye’nin ihraç ettiği ürünler içinde ileri teknoloji ürünleri oranı, Güney Kore’nin beşte biri. Bilim ve teknolojiye dayalı üretim yapmak için eğitiminiz iyi olacak, insanlarınızı üretken biçimde çalıştıracaksınız. Türkiye bunlarda çok yaya kaldı. Kaliteli iş gücü yok Türkiye’de. Dışarıda rekabet edecek ürününüz az ve yeterli değilsiniz.

“2008’DE DE KRİZ TEĞET GEÇMEMİŞTİ!”

Kriz 2008 yılındaki gibi teğet geçecek yorumu ne kadar doğru?

Önce 2008 yılında teğet geçmediğini belirterek düzeltelim. Türkiye’nin 2009 büyüme oranı eksi 4.9’dur. Bu teğet değildir, küçülmedir! O günün koşullarında Türkiye, uygulamakta olduğu programın getirilerini yaşıyordu. Her şeyin parlak gittiği bir balayı dönemindeydi. Kurumlarının çalışmasıyla, siyasetiyle ekonomisiyle güvence veriyordu. Şimdi bunların hiçbiri yok. 2008’in koşulları bugün ne dünyada var ne Türkiye’de.

Ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’in Hükümet’ten ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan farklı açıklamalar yapmasını nasıl yorumluyorsunuz?

Ali Babacan’ı ve Mehmet Şimşek’i geçmişte parlak kılan neydi? Türkiye’nin hukuk yapısı. Ekonomiyi yöneten kişinin kişiliği değil, Türkiye’nin verdiği güven veya güvensizliktir burada önemli olan.

“FAİZ DÜŞMANLIĞINDA İDEOLOJİK BİR BOYUT VAR”

Cumhurbaşkanı neden sık sık faizler için çağrı yapıyor?

AKP yönetiminin faiz düşmanlığında ideolojik bir boyut görüyorum. Erbakan’ın ‘Sizi gibi faizciler sizi!’ diye parmak salladığını hatırlarsınız. ‘İslam dinarı’ diye yeni bir para, ‘İslam ortak pazarı’ gibi düşünceleri vardı. Bunlar o ekolden geliyor. Bir gün faize düşmanım diyeceksiniz, ertesi gün faizi düşürün diyeceksiniz. Avrupa’ya, kapitalist pazara ters düşünce kökenlerine sarılıyorlar.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, AB’ye karşı Türkiye’nin Şangay 5’lisine girebileceğini söyledi. Bu nasıl olacak?

Onlara ne satacaksınız? İşin ticari boyutu bir yana Türkiye’nin AB ile arasının açılmasının esas nedeni, Avrupa’nın özgürlük, eşitlik, barış ve evrensel insan hakları değerlerinden uzaklaşmasıdır.