Hrant'la ve Hrant'ta dile gelen

her hafıza gibi Hrant’ın hafızası da geçmişi kendi deneyimlerinin, duyarlılıklarının filtresinden geçirmişti. Hrant’ın filtresi, özgürlüktü, eşitlikti, demokrasiydi... Hrant’ın dili barışın diliydi ve hepimizin dilini, gramerini, imlasını, lügatini etkilemeye, değiştirmeye başlamıştı.

Google Haberlere Abone ol

Zerrin Kurtoğlu

Tam 10 yıl önce, kendisini barışa adamış bir insan, Hrant Dink, milliyetçilik hastalığına tutulmuş bir tetikçi tarafından başından vurularak katledildi. Hastalığı bulaştıranların ve dahi katl suçunu organize edenlerin yargılanmak bir yana taltif edildiği; ya da şimdilerde, Hrant’ın katledilmesinin, iktidarın artık terör örgütü olarak işaretlediği sabık ortağının suç hanesine yazıldığı 10 yıllık dava sürecinin sonunda gelinen noktada, Hrant hala o kaldırımda yatıyor!

Hrant Dink’i, pek çok insan gibi ben de en çok şu üç kavram eşliğinde yazdım kendi kişisel tarihime: Hafıza, diyalog ve barış. Geçmişin kayıplarını ve acılarını diyalogla aşarak barış içinde yaşamaktı onun özlemi! Çünkü o, unutturulmak istenen ve doğrusu her türlü eğitim ve öğretim aracı kullanılarak unutturulmuş olan trajik bir geçmişin, şimdiki zamanda dile gelen hafızasıydı. Öyle bir hafıza ki hem o geçmişi gün ışığına çıkartıyor; hem de bugünü geçmişin acılarından arındırmaya çalışıyordu. Hrant’ın dediği gibi tehcir ya da katliam ya da kıyım ya da soykırım, her ne adla adlandırırsak adlandıralım Anadolu’nun dört bin yıllık kadim halkı olan Ermenilerin 1915’te uğradıkları Büyük Felaket'ten söz ediyorum.

'BU TOPRAKLARDAN TEKRAR TEKRAR KOVUYORDUK'

Hrant’ın çabası, gayet resmi, gayet milli ve gayet militarist tarih yazıcıları tarafından Türklük ve Müslümanlık filtresinden geçirilerek yazılan milli ders kitapları ile biçimlendirilmiş kolektif-zenofobik hafızamızı, içine tıkıştırıldığı sığ milliyetçi hücrenin dışına davet etmekti. Çünkü öyle sorgusuz sualsizdik ki kolektif hafızamıza nefret söylemi ile kaydolan Ermenilerle, her sene illerin kurtuluş günlerinde, kendilerinden “çok şükür” kurtulduğumuz düşmanlar, işgalciler olarak biteviye savaşıyor ve onları bu topraklardan tekrar tekrar kovuyorduk. Bu toprakları onlara yar etmemiş olmanın mutluluğu ve kıvancıyla dolarak küçük hücrelerimizde arınıyorduk.

Ama işte, geçmişin hayaletleri Hrant’ın sesi ile bizimle konuşmaya başladığında, bazılarımız duyduğu sesin samimiyetine, bazılarımız yanlış giden bir şeyler olduğuna dair sezgisine, bazılarımız da merakına kapılarak hücrelerimizin dışına çıkıp Hrant’a kulak verdik.

HRANT'IN HAFIZASI

Kuşkusuz her hafıza gibi Hrant’ın hafızası da geçmişi kendi deneyimlerinin, duyarlılıklarının filtresinden geçirmişti. Hrant’ın filtresi, özgürlüktü, eşitlikti, demokrasiydi. Orada insan vardı, diyalog vardı, barış vardı. Bu filtre, hayata, insanın kapasitesine, yaratma kudretine aşkla tutunan Hrant’ın hafızasının, geçmişi okuma kılavuzuydu ve Hrant’ın, bu topraklarda katledilen bir halkın, kendi halkının o trajik geçmişinden bugüne, diyalog için, barış için, gelecek için güçlü köprüler inşa etmesini sağlamıştı. Oysa bizim milli hafızamız, savaşlarla, düşmanlarla, marşlarla örülmüştü ve çok yoksuldu. Oradan dünyaya açılmak, dünyayı kucaklamak mümkün değildi. Ama Hrant’ın sesi, herkesi herkese ve dünyaya davet ediyordu.

Ermenilerin uğradığı soykırım felaketinin anısı ve tarihi Hrant’la birlikte, kamusal bir mesele olarak ifade edilir, tartışılır hale geldi. Hrant’ta dile gelen hafıza, yalnızca unutmaya karşı değil, katliamı kasten karartan resmi hafızaya karşı da güçlü bir direnişti. Çünkü Hrant sözünü, insani değerlere ve insani kapasiteye binaen kurmuş ve bu kapasiteyi harekete geçirmeyi başarmıştı.

KARARTILAN ACILAR

Hrant’ta ve Hrant’la dile gelen, tam da bu yüzden kavramlar değil, onca zaman karartılan ve susulan acılardı! Zira kavramlar, kolaylıkla, olayları ya da geçmişi kendileriyle akılsallaştırarak içine kapandığımız hücrelerimizin duvarlarına dönüşebilirdi. Bu yüzden, 1915’te yaşananların adını koymaktan daha değerliydi, yaşayanların ve ölenlerin acılarını anlatmak… Kavramlar insanları birbirinden ne kadar uzaklaştırıyorsa acılar o kadar yakınlaştırıyordu. Acılar insan yanımızı, sahip olduğumuz insani kapasiteyi ve kudreti kışkırtıyordu. Hrant’ın anlattığı hikâyeler, bu yüzden sarstı herkesi…

Hrant o kadar samimi, o kadar sahici ve o kadar sarsıcı bir dille anlatıyordu ki yitik Ermenilerin yitik acılarını, o acılar şimdide görünürlük kazanıyor, şimdide teselli arıyorlardı. Hiç tanımadığımız insanların acılarını paylaşıp, onların yasını tutmayı öğrendik Hrant’la. Umut eden, çare üreten, çıkış yolu bulan insani kudretimizin farkına vardık. Gayet resmi şırıngalarla toplumsal hafızamıza zerk edilen hastalıkların şifasıydı Hrant! Anadolu halklarının gelecekleriyle geçmişleri arasındaki çorak bölgeyi yeşerterek birleştiren bilgesiydi. Çünkü o bu toprakların hakikat ışığıyla döllenen ilâhî hafızası, Hızır’ıydı.

BABİL'IN ÇOCUKLARI

Hrant muhatap olduğu her insanın dilini anlamaya ve o dilde kendi hafızasına kayıtlı acılara, kaygılara, umutlara bir karşılık yaratmaya çalışıyordu. O kayıp Babil’in, birlikte bir gelecek inşa etmenin, birbirinin dilini anlamaktan geçtiğini bilen çocuklarından biriydi. Tanrının, birbirlerini anlamasınlar diye insanların dilini karıştırmasına rağmen, duyguların dili ortaktı. Hrant işte bu dille, vicdanla demlenmemiş bir aklın zulmünden muzdarip olanların diliyle konuşuyordu.

Hrant’ın dili, karşılaşmaya, yüzleşmeye, diyaloga davet ediyordu. Çünkü o sözünü, birlikte dünyayı dönüştürmek üzere kuruyordu. Bu yüzden herkesin dilini anlamaya hazırdı. Bu yüzden onun sözü, düşünme ve eylemi birlikte içeriyordu. Sözü, ancak böyle kurarsak insan kapasitemizi, eyleme, düşünme, dönüştürme kudretimizi edimselleştirebilirdik.

Hrant’ın sözü, gerçek bir diyalogun bütün koşullarını taşıyordu. Derin bir dünya ve insan sevgisiyle, alçak gönüllülükle, insanın yapma, yaratma, yeniden yaratma kudretine inançla, umutla, eleştirel ve eylemden kopmayan bir düşünme cesaretiyle maluldü. Bu yüzden Hrant’ın dili barışın diliydi ve hepimizin dilini, gramerini, imlasını, lügatini etkilemeye, değiştirmeye başlamıştı.

HRANT'LA BİRLİKTE YOK EDİLMEK İSTENEN

10 yıl sonra tekrar Hrant Dink’le birlikte nelerin yok edilmek istendiğini düşünelim. Hrant’ın katline ferman verenlerin amacı, Hrant’ta ve Hrant’la dile gelen, gün ışığına çıkan her ne varsa onların hepsini yeniden yok etmekti; Hrant’ın düşlediği, hayat verdiği, kucakladığı her ne varsa onların hepsini katletmekti.

Yani geçmişi ve geleceği yok ederek hepimizi boşlukta sallanan bir şimdinin hapishanesine tıkmaktı. Böylece, Hrant’ın cümleleri ile söyleyeyim, bu topraklarda farklı dillerden söylenen türkülerle, birlikte halaya durma umudumuzu yok etmek istediler; birbirlerinin dilini bilen ve konuşan farklılıkların biraradalığını; cemaat göletlerinden, Türkiye denizine, oradan da evrensellik okyanusuna kulaç atma imkânımızı; travmalarımızdan kurtularak normallaşme ihtimalimizi yok etmek!..

Bugün yaşadığımız ülke, her bakımından 10 yıl öncesinin çok gerisinde… Ama en kötüsü, kötülüğün sıradanlaşması sürecinin tamamlanmış olması… Artık adaletten, vicdandan, diyalogdan, barıştan söz etmek, yalnızca devlet için değil, gerçeklik algısı tarumar edilmiş çoğunluk için de suç ve suçluyu övmekle eş anlamlı hale geldi. Faşizmin bin bir yüzünün cirit attığı; muhalif her sesin, cebirle, tehditle, kanun kılığına sokulmuş kanunsuz uygulamalarla, gayrı meşru bir şekilde susturulmaya çalışıldığı; nefreti ve ayrımcılığı körükleyen yeni filtrelerle, Sünni İslam ve Türklük filtresiyle yeni bir resmi tarihin yazılmaya başlandığı bir dönemin tanıklarıyız. Bu tanıklık, tam da Hrant’ın dediği gibi, bugüne bakarak tarihi anlamamızı sağlıyor. Garo Paylan’a milli mutabakatla verilen ceza, geçmişte neler olmuş olabileceğine ışık tuttuğu gibi, Hrant’ın katledilmesinin nedenini de aydınlatıyor.

RESMİ TARİHİN ÇELMELERİ

Bugün Garo Paylan’ı cezalandıranlar, barış ve adalet talebini terör torbasına sokanlar, eleştirel düşüncenin eylemle; gerçeğin toplumla buluşmasını engelleyeceklerini sanıyorlar. Ama yanılıyorlar… Nasıl ki resmi tarihin bütün çelmelerine, karartmalarına, inkârına rağmen, 1915 gerçeğinin, dönemin tanıkları vasıtasıyla, şiirle, romanla, hikâyeyle halkın tahayyülüne sızması engellenemediyse; aynı şekilde bugünün karatılan gerçeğinin de toplumun tahayyül ve hafızasına sızması engellenemeyecektir. Çünkü birbiri üstüne bindirilmiş karanlıklar arasında unutuluşa terk edilse bile, gerçeğin, hep denildiği gibi, ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır.

Hrant’ın miras bıraktığı hafızamıza kayıtlanan umudu, hücrelerimizden çıkıp dünyaya açılma imkânını, barış içinde birarada yaşama ihtimalini yok etmek artık mümkün değildir… Bu umut, bu imkân, bu ihtimal, bu biraradalık Hrant’ın yalnızca mirası değil aynı zamanda vasiyetiydi ve bu vasiyete sahip çıkanlar, hala barışın dilini inşa etmeye çalışıyorlar... Tıpkı Hrant gibi, derin bir dünya ve insan sevgisiyle, alçak gönüllülükle, insanın yapma, yaratma, yeniden yaratma kudretine inançla, umutla, vicdanla demlendirilmiş bir akılla, eleştirel ve eylemden kopmayan bir düşünme cesaretiyle ve bedel ödeyeceklerini bilerek…