Petrolün şekillendirdiği yeni dış politika

Türkiye’nin acemice girdiği bu ilk petrol savaşını kaybettiğini şimdiden görüp yaşıyoruz. Bütün çaba rakiplerinin zaferini geciktirmek üzerine.

Google Haberlere Abone ol

Hasan Kaya

Türkiye 1923 sonrası ulusal sınırlarıyla petrol bölgesinin dışında, Ortadoğu bataklığından, emperyalizmin bu bölgedeki oyunlarından kısmen uzak kalabildi. Ancak bu, 2000’li yıllara doğru değişmeye başladı.

Değişimin sebebi, Türkiye’de zengin petrol yataklarının bulunmuş olması değildi. Gelişen teknolojilerle, petrol ve doğal gazın giderek artan miktarlarda boru hatlarıyla taşınmaya başlanması Türkiye’yi petrol bölgelerinin (Ortadoğu ve Kafkasya) doğal uzantısı haline getirdi. Doğrudan petrol savaşlarının içine çekti. Türkiye’nin coğrafik konumu, yani petrol üreten ülkelerle, petrole en çok gereksinim duyan batılı sanayi ülkeleri arasındaki köprü olma özeliği, sınırlı sermaye birikimi, iktidarın politik kaygılarıyla birleştiği noktada bu savaştan kaçması mümkün değildi. Çünkü bu boru hatları, ülke güvenliği açısından önemli bazı riskler taşımakla birlikte, ülke ekonomisi için önemli fırsatların kapsını aralıyordu. Bu durum, Türkiye egemen sınıflarının iştahını fazlasıyla kabartı. Çok kısa zamanda bazı kesimlerin “eksen kayması” olarak değerlendirdiği, Türk dış politikasının değişimini kaçınılmaz kıldı.

Manevi dünyamıza yakınlık, Osmanlı mirası gibi söylemleriyle, Ortadoğu’da ki her gelişmenin yakından takip edilmeye başlandı. Çoğu kez içinde bir taraf olundu. Geçmişteki mesafeli duruşun hızla terk edilişi, Ortadoğu ve Kafkaslarda süren petrol savaşlarının Türkiye’nin dahil olduğu anlamına gelmiyordu.

ABD ve küresel sermaye içinde, oldukça önemli bir güç olan, uluslararası büyük petrol şirketlerinin itmesi, Türkiye’nin egemen sınıflarının pastadan pay kapma iştahı ile örtüştüğü noktada, Türkiye’nin ulusal sınırlarını tartışmalı hale getiren, Lozan’ı ret anlamına gelecek söylemlerin dahi dile gelmesi mümkündü artık.

İlki, Ağustos 1973 yılında yapımına başlanan, Irak- Türkiye Ham Petrol Boru Hattı, Irak’ın Kerkük ve diğer üretim sahalarında üretilen ham petrolün, Ceyhan (Yumurtalık) Deniz Terminaline ulaştırılması çalışmaları, 1976 yılında işletmeye alındı ve ilk tanker yüklemesi 25 Mayıs 1977 tarihinde gerçekleştirildi. Birinci boru hattına paralel olan ve inşaat çalışmaları 1985 yılında başlayan ikinci boru hattı, 1987 yılında tamamlandı ve yıllık taşıma kapasitesi 70,9 milyon tona yükseltildi.

Bu ilk boru hattını, 2000’li yıllarda yenileri izlemeye başladı. Bunların başında, Bakü Ceyhan Boru Hattı geliyor. 4 Haziran 2006 da yapımı biten ve işletmeye açılan bu boru hattından yılda 2 Milyar 377 Milyon Varil petrol 3128 tanker vasıtasıyla dünya pazarlarına taşınmaya başladı.

Kısa süre sonra, bu ham petrol boru hatlarına doğal gaz boru hatları da eklenmeye başladı. Bunlardan bazıları iç tüketime yönelik olurken, Avrupa pazarına ulaştırılması planlanan yapımı bitmiş ve devam eden çok sayıda proje söz konusu. İran, Azeri, Türkmen, Rus, Irak, Mısır doğal gazının Avrupa pazarına ulaştırılması amacıyla yapımı bitmiş ve yürümekte olan çok sayıdaki proje, Türkiye’nin doğrudan petrol ve doğal gaz savaşlarının içinde önemli bir unsur olduğunu gösteriyor.

En son Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Katar Emiri Şeyh Hamid Bin Halife El Tani’nin daveti üzerine 5-7 Şubat 2008 tarihlerinde Katar’a resmi ziyarette bulunduğu görüşmede, dünyanın en büyük sıvılaştırılmış doğal gaz ihracatçısı konumuna gelen Katar ile Türkiye arasında enerji alanında iş birliği yapılması konusu gündeme geldi. 17-18 Ağustos 2009 tarihlerinde ise Katar Emiri’nin Türkiye’ye gerçekleştirdiği çalışma ziyareti ile iki ülke arasında çeşitli iş birliği ve anlaşmalar imzalanırken Türkiye’nin Katar’dan LNG ithali ve uzun vadede iki ülke arasında bir doğal gaz boru hattı kurulması da vardı. (T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı İnternet Sitesi)

image00214

Planlanan bu boru hattına Suudi doğal gazı da entegre edilerek proje genişletildi. Suriye üzerinden, (o olmazsa) “B Planı” olarak Irak üzerinden Türkiye’ye getirilmesi, buradan batıya pazarlanması planlanan Katar-Suudi doğal gazı, Rus doğal gazına Avrupa’da ciddi rakip oluşturma hamlesiydi. Suriye’nin, geçmişten getirdiği, Rusya ile yakın ilişkilerinden dolayı bu güzergahın Suriye üzerinden geçmesine “Hayır” diyeceği neredeyse kesindi. Öte yandan “B Planın” da çok tutmayacağı biliniyordu. Irak, İran ile artan yakın ilişkileriyle sorun çıkaracaktı.

Öyle de oldu…

Rusya’nın da desteklediği İran, Irak yakınlaşması Suriye’yi de yanına alarak, Suriye üzerinden İran-Irak doğal gazını Akdeniz’e ulaştırılma, tankerlerle Avrupa pazarına çıkarma hazırlığı içindeydi.

Suriye’nin bu tercihi iç savaşın ateşini fitillemeye yetti. Çok geçmeden kendini kanlı bir iç savaşın içinde buldu. Bize çok bilinmezi olan bir denklem gibi sunulan Suriye iç savaşı, o kadar da bilinmez bir nedenden başlamıyordu. Petrol bir kez daha, halkların kanının dökülmesi için yeterli bir neden olmayı başarmıştı. Esad’ın diktatör olduğunun keşfi, Suriye halkına baskı yaptığı, başlatılan iç savaşın dünya kamuoyunda kabul edilmesini sağlamak için kullanıldığını, söylemeye gerek var mı bilmiyorum.

Buraya kadar anlatılanlardan, “Rusya’nın Suriye’de ne işi var?” sorusunu soran Erdoğan’ın, cevabını bildiği bir soruyu sorduğunu bize gösteriyor. Rusya, “haklı” olarak Avrupa pazarındaki konumunu mümkün olduğunca uzun bir süre daha elinde tutmayı, bu pazarı güçlü bir rakiple paylaşmayı istemiyor.

Erdoğan’ın mezhepçi söylemi ve Irak Başbakanı ile içine girdiği ağız dalaşının altında da bu boru hattına bağladığı ekonomik ve siyasal hesaplar yatıyor. Özellikle olası Suriye ve Irak engelini aşmak için düşünülen, IŞİD kartının çok çabuk kontrolden çıkması, hesapta olmayan bir yere savulması, Türkiye’yi Suudi Arabistan’a bağlayacak, bir anlamda komşu yapacak Sünni Koridorun yaratılmasını zorlaştırdı. Bu koridorun bir diğer engelini, Türkiye, Suriye sınırı boyunca Kürtlerin oluşturduğunu söyleyebiliriz. Kürtlerin Afrin ile Kobani’yi birbirine bağlamak için hareketlenmesiyle, Türkiye’nin apar topar sınır ötesine geçmesi, Cerablus’a girmesi, söz konusu koridorun hala oluşturulabileceğine olan inancı gösteriyor.

En son, Musul hareketiyle ortaya çıkanlara baktığımızda, bütün kavganın özünde petrol üzerinden sürdüğünü daha net görebiliyoruz. Kimin ne söylediğinden çok, tarafların sahadaki hamleleri, asıl kavganın ne üzerine olduğunu bize gösteriyor. Örneğin Musul’un IŞİD’ten temizlenmesi hareketine Türkiye’nin de talip olması, diğer yandan yakın zamanda adından sıkça söz ettiren, Haşdi Şabi gönüllülerinin sahadaki hamleleri Türkiye sınırı boyunca bir perdeleme hareketi niteliğinde olduğu hemen görülecektir. İran’ın arkasında olduğu bilinen bu Şii gönüllülerin İran’ın bölgedeki çıkarları adına hareket ettiğine hiç şüphe yok.

Türkiye’nin acemi bir oyun kurucu olarak girdiği bu ilk petrol savaşını Suriye ve Irak cephesinde kaybettiğini ve bunun iç politikaya kimi olumsuz yansımalarının olacağını şimdiden görüp yaşıyoruz. Artık kazanan olması mümkün olmayan Türkiye’nin, bütün çabasının rakiplerinin zaferini geciktirmek olduğunu söylemekte bir sakınca yok.

Etiketler Suriye Türkiye Irak