Hamit Bozarslan: Erdoğan’ın rehinesi Türkiye

L'express, tarih ve siyaset bilimci Hamit Bozarslan'la konuştu. Devletin rehin alındığını söyleyen Bozarslan, "Bazıları bu durumu, bürokrasiyi haddeden geçiren Mao Zedung’un getirdiği Kültür Devrimi’nin başlangıcı olan 1966-1967 yıllarının Çin’ine benzetiyor" dedi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Fransız dergisi L'express, geçtiğimiz günlerde Hamit Bozarslan'la bir söyleşi yaptı. 27 Temmuz'da, yani darbeden hemen sonra yayınlanan söyleşide cevaplar kadar, belki de ondan çok, sorular da önemli. Önemli çünkü, Batı medyasının Türkiye'ye darbe sonrası nasıl baktığını, hangi soruların cevabını aradığını gösteriyor. Murat Erşen'in çevirdiği söyleşide hem sorular, hem cevaplar açısından taktir ve yorum okuyucunun elbette...

Başarısız askeri darbeden bu yana, ordu, yargı, eğitim ve medya içinden 60 000’den fazla kişi tutuklandı ya da görevinden uzaklaştırıldı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan şahsi bir diktatörlük tesis etme yolunda mı?

Bu eğilim mevcut. Besbelli, akamete uğrayan kalkışmadan önce, on binlerce insan muhalif olarak fişlenmiş. Bu kitlesel fişlemenin yasallığı sorun. Ama yasayla uyuşuyor mu diye kim denetleyecek? İlk önce hâkimler tasfiye edildi. Bu görevden uzaklaştırmalar aynı zamanda, mesleki sebepler dışında ülkeden ayrılması artık yasak olan ve endişe içinde yaşayan yaklaşık 3 milyon memuru da etkiliyor. Bu sapmanın işaretleri zaten ortadaydı. 7 Haziran 2015 tarihinde yapılan genel seçimlerde, Erdoğan’ın 2003’den beri başında ülkeyi yönettiği AKP mutlak çoğunluğu kaybetti.

Bir koalisyon hükümeti kurmak için AKP ile muhalefet partileri arasında yürütülen müzakereler, ülkeyi yeni bir erken seçime götürebilmek için bile isteye çıkmaza sürüklendi. Bundan beş ay sonra Türkiye bir şiddet ve aşırı gerilim ortamı içerisindeyken, AKP oylamadan yine zaferle çıktı. 15 Temmuz darbe girişiminden beri bu eğilim hızlandı. Cumhurbaşkanı 3 aylık bir olağanüstü hal kurdu. Fransız yasasından farklı olarak bu, Anayasa mahkemesinin söz konusu dönem boyunca denetleme işlevini yerine getiremeyeceği anlamına geliyor. Başka bir deyişle, Erdoğan artık neredeyse tüm iktidara sahip.

'HER MEVZU KUTUPLAŞMAYA YOL AÇIYOR'

Cumhurbaşkanı orduya boyun eğdirdikten sonra şimdi orduyla barış yapmış gibi görünüyor. Neler oldu?

Hâlâ cevapsız kalan pek çok soru var. Erdoğan için siyaset rövanş ve intikamla eşanlamlı. Onun en radikal muarızları da artık aynı mantığı güdüyor, bunlara bazı askerler de dâhil. Muhalif olan herkes birer hain, savaşılması gereken bir iç düşman. Hem de bundan böyle kan akıtmak pahasına. 1960, 1971, 1980 tarihli önceki darbelerden farklı olarak, bu seferki girişimde büyük bir gaddarlık göze çarpıyor. Türk toplumu derin bir biçimde bölünmekte. İster Rusya krizi olsun, ister Suriyeli mülteciler ya da Kürt meselesi, her mevzu büyük bir kutuplaşmaya yol açıyor.

Rejim bir nevi sarhoş gemiye döndü. Demokrasilere ve ayrıca bazı otoriter rejimlere karakterini veren denetim ve denge mekanizmaları ortadan kayboldu. Devletin kurumsuzlaştırılmasına (désinstitutionalisation) tanıklık ediyoruz. Meşruiyet, mevcut halleriyle kurumlardan, kendini kurtarıcı olarak sunan Erdoğan’a aktarıldı.

Erdoğan’ın şahsına mutlak biat/bağlılık bütününde devleti dönüştürüyor. Devlet rehin alınmış durumunda. Bazıları bu durumu, bürokrasiyi haddeden geçiren Mao Zedung’un getirdiği Kültür Devrimi’nin başlangıcı olan 1966-1967 yıllarının Çin’ine benzetiyor.

hamit

Erdoğan neden idam cezasının geri getirilmesinden bahsetti?

İdam cezası, Avrupa Birliği’ne giriş müzakereleri çerçevesinde 2004’te kaldırılmıştı. Ama Erdoğan hâlâ bu cezadan yanaydı. Darbeden sonra, televizyonda suçluları hapishanede beslemek için bir sebep göremediği yönünde bir açıklama yaptı. Onun nezdinde, şahsen kendisini hedef alan bir darbe girişimi suçların en beteri.

Peki, insanlar neden onu izliyor?

AKP etrafında, kamu ihaleleri sayesinde akıl almaz meblağlar kazanarak yaklaşık 20 yıl önce ortaya çıkan Anadolu kökenli püriten bir burjuvazi tarafından oluşturulan hegemonik bir blok var. Nüfusun yoksul ve ezilen bir bölümü de bunu destekliyor çünkü AKP, fakirliğin siyasi, hatta sosyal bir sorun değil bir sadaka kurumu meselesi olduğuna onları ikna etmiş durumda. Partiye yakın belediyelerin oluşturduğu ağ bu konuda tam hızla işliyor. Nihayetinde AKP aşırı muhafazakâr, Sünni Türklerin himmetlerinden istifade ediyor. Onlara göre Erdoğan, PKK’nın ve DAEŞ’in intihar saldırılarıyla Suriye Savaşı’nın neticelerinin tehdidi altında bulunan, yolunu kaybetmiş bir dünyada tek mihenk taşı.

Taraftarların bağlılığı, Türkiye’nin daha önce karşılaştığı ekonomik ve politik istikrarsızlık korkusuna dayanıyor. Sonuç, toplumun git gide daha fazla parçalanması. Kürtler artık çoğunlukla HDP’ye, (nüfusun yaklaşık yüzde 20’sini oluşturan) Aleviler CHP’ye ve Sünni Türkler de ya hâkim kesim olarak kendilerini ortaya koymalarına imkân tanıyan AKP’ye ya da aşırı radikal MHP’ye oy veriyor. Bu da kutuplaşmanın keskinleşmesinden başka bir sonuç vermiyor.

'GÜLENCİLİK OLMASA ERDOĞANCILIK...'

Erdoğan’ın, 1999’dan beri ABD’de sürgünde yaşayan 75 yaşındaki Fethullah Gülen Hoca konusundaki takıntısını nasıl açıklıyorsunuz?

Erdoğan 2002’de Başbakan seçildiğinde, ne entelektüel ne de bürokratik kadrosu vardı. “Hizmet” adını alacak dinî bir cemaat kurmuş olan Gülen o sıra onun müttefikiydi, özellikle de (kendini hep, modern Türkiye’nin kurucusu Atatürk’ten miras kalan laik değerlerin savunucusu olarak sunan) ordunun gücüne karşı. 1980’li yılların sonundan beri faaliyet gösteren Gülenci okullar devlet kademelerinde görev alacak nesilleri yetiştirdi. Bunlar Erdoğan’ın devleti ele geçirmesine ve kabul etmek gerekir ki, 2011’e kadar, bilhassa Avrupa’yla yakınlaşma safhasında, belli bir etkililikle idare etmesine imkân tanıdılar. Gülencilik olmasa Erdoğancılık beyinsiz kalırdı. Fakat Gülen’in taraftarları iç işleri, adalet ve eğitim bakanlıklarını büyük ölçüde kuşattı. Bunların, hükümetin başının manevra kabiliyetini sınırlayan kendi gündemleri vardı. Örneğin Gülen dış politika konusunda çok ihtiyatlıydı, her türlü maceraperestliğe karşıydı, Erdoğan ise daha o zamandan kendini İslam dünyasının lideri olarak görüyordu. Kopuş 2013 Aralık ayında tamamlandı, Gülen’e bağlı savcılar Erdoğan’a yakın olanlara karşı yolsuzluk soruşturmaları başlattı. Bu ihtilaf kardeşin kardeşi kırması ölçüsünde şiddetliydi.

Bu cemaat bu kadar kuvvetli mi?

2013 yılında varlıklarının son derece hissedilir olduğu doğruysa da, bugün artık pek öyle değiller. İktidar onlara ait eğitim kurumlarını kapattı ve onlardan taraf olan basın organlarını ele geçirdi. Harekete mensup olduğundan şüphelenilen yaklaşık 15 bin memurun son yıllarda görev yerleri değiştirildi. Bazı savcılar ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Gülen’in askerle ilişkisi hiçbir zaman iyi olmadıysa da, darbeye katılan generallerin bazılarının Gülen’e yakın olması muhtemeldir. Ama hâlâ gayet Kemalist olan ordu kadroları bünyesinde neler olup bittiğini anlamak için bunun doğru okuma anahtarı olduğunu sanmıyorum.

'İLK KEZ SEFERBERLİK ÇAĞRISI YAPTILAR'

İmamlar neden cumhurbaşkanını desteklemek için inananları sokağa çıkmaya çağırdı?

Türkiye’de devlete bağlı yaklaşık 130 bin din görevlisi var. Devlete itaatin ödev olduğu konusunda ısrar ederek devlet söyleminin meşruluğunu sağlayan bir ağ teşkil ediyorlar. Osmanlı döneminde de yerine getirdikleri rol aynıydı. Fakat seferberlik çağrısı yeni. Kendini Allah’ın lütfu olarak gören Erdoğan devlet mekanizmasını kontrol etmeyi istemekle yetinmiyor. Onun zihniyetine göre lider ulusla birleşmeli. Yaptığı geziler ve mitingler bundan kaynaklanıyor, bunlar birer güç gösterisi. Din adamları bu yolda ona eşlik ediyorlar. İmam hatipler de Erdoğan’ın gönlünde yatan dinibütün yeni nesli yetiştiriyor.

Bugün Erdoğan’ın sahip olduğu kişisel gücün mahiyetini nasıl tanımlarsınız?

Erdoğan, hatta aynı şekilde Gülen de, Türk-İslam diye adlandırılan bir sentezin taraftarı. Türk milletini İslam’la tanımlıyor. Aynı zamanda, İslam’ı Türk hâkimiyetinden hareketle tahayyül ediyor. Bu milliyetçi boyut son zamanlarda vurgu kazandı. Dış politikada yaşanan hayal kırıklıkları, Batı’nın, Türklerin tarihi misyonunu yerine getirmesini engelleme isteği olarak yorumlanıyor, bu misyon İslam’ı birleştirmek ve korumak, hatta cisimleştirmek… Erdoğan’a çok yakın çevreler şunu söylemeye kadar vardırıyorlar işi: Avrupa’nın içinde bir savaş değil, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı bir savaş olan Birinci Dünya Savaşı bitmemiştir… Mevcut paranoyada, iç düşmanlar dış düşmanlara katılıyor. Çalışma Bakanı Süleyman Soylu ABD’nin darbe organizasyonunun içinde yer aldığını açıkladı.

Türkiye Avrupa’ya katî olarak sırtını mı dönüyor?

Evet. Avrupa Birliği karşıtı sayısız beyan var. Mülteci krizinde, Erdoğan elinde bir şantaj politikası yürütmek için araçlar olduğuna düşündü: Türkiye mültecileri kendi topraklarında tutacaktı ama AB de onun iç işlerine karışmayacak, insan hakları diye tutturmayacaktı. 2015’de AKP yanlısı basın Avrupa’yı mültecilerle doldurmaktan bahsediyordu. Mevcut koşullarda, hele bir de hükümet tekrar idam cezasını geri getirirse, Avrupa Parlamentosu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının Avrupa’da vizesiz seyahat etmesine olanak tanıyan anlaşmayı nasıl onayacak hiç anlamıyorum. Sürecin sonunda, hangi kesin anlaşmalar imzalanmış olursa olsun bana kopuşun geri dönüşü yokmuş gibi geliyor. (Çeviri: Murat Erşen)

Kaynak: L'express